UN-PARADIS - RIYASET-BASKANLIK
  TAVSIYE SITELER
  GUNES
  POPULER PROGRAMLAR
  => Ziyaretşi defteri
  => MODERN BTP 58
  => YEMEK TARIFLERI
  => VIDEOLAR
  => DINI SIYASETE ALET ETMEK
  => ALLAHTAN BASKASINI RAB EDINMEK
  => AYDINLARIMIZ AYDINMI
  => KUDSI HADISLER
  => ARACILIK MESELESI
  => RIYASET-BASKANLIK
  => ALLAH KAMUSAL ALANINDA RABBIDIR
  => HAKIMIYET
  => RECM CEZASI KURANI DEGILDIR
  => HUKUM KOYMADA SIRK
  => DOGRU DUSUNME YONTEMI
  => AKIL
  => DENGELI FIKRI BESLENME
  => ALLAHIN YARDIMI
  => ASSAGILIK DUYGUSU
  => AYDINLANMA
  => BAGIMSIZLIK
  => BASIRET
  => BILGI
  => BIRLESMEK VE INANMAK
  => BIRLESMEK
  => COKLUK-COGUNLUK-COGULCULUK
  => DUSUNDURUCU RESIMLER
  => SIIRLER
  => AYET RESIMLERI
  => HAYVAN ISIMLERI
  Amerika
  Saklı sayfalar
  INTERNETTE VERI HIRSIZLIGI
  HAMAS YONETIMI IS BASINDA
  Haberler
  galeriz
  STENIZE BUTON OLUSTURUN
  HTLM KOD DEPOSU
  ILGINC SORULAR
  ERCUMENT OZKAN VIDEOLARI
  Yeni sayfanın başlığı
  SIVAS
  MESAJLARINIZ
  FRANSIZCA HARFLERIN OKUNUSU VIDEO

      RIYASET-BASKANLIK

İslam, vahye teslim olma anlamına geldiğine göre lügat manasını aşıp kendine özgü bir kavram anlamına kavuşmuştur. Din olarak islam denildiğinde kesinlikle Kur'an'da bulunan vahiyler toplamı anlaşılır. Bu önce Cibril'e, Cibril'in de, Allah'ın insanlar arasından elçi seçtiği Muhammed (a.s.)'e verdiği bilgiler anlamındadır ki bunların toplamı Kur'an'da bulunmaktadır. Kur'an İslamın ana kaynağıdır ki kaynaklığı bakımından nasıl sıradan bir müslüman için kaynaklık vasfını haiz ise Allah'ın elçisi Muhammed için de aynı şekilde kaynaklık özelliğine sahihtir.

 

Yani sıradan bir kimseyi bağlayıcılığı nisbetinde Allah'ın elçisini de bağlamaktadır. Kur'an'la bildirilen dünya görüşü ve bu görüşe bağlı yaşam biçimi, Allah tarafından kullarına gönderildiğinden, yoktan varettiği kullarının yaratılışında bulundurduğu özellikler göz önünde bulundurularak tesbit olunup, gönderilmiştir. Böyle olunca da dünya görüşü ve yaşam tarzı anlamları toplamı manasına gelen din,. kulları için kolaylaştırılmıştır. Kur'an'ın birçok âyetinde bu kolaylık açıklıkla dile getirilmektedir. insanı, eşyayı ve kâinatı yaratan Allah, yarattıklarının gerçeğini her varlıktan daha iyi bilendir. Yaratışta da kendisi için geçerli kurallar koymuş ve bu kurallarda değişiklik olmayacağını belirtmiştir.

Ki bunlara Kur'an diliyle 'Sünnetullah' denilmektedir. Allah özellikle canlıları yaratırken en küçüğünden en büyük cüsselisine kadar hepsini 'tek başlı' olarak yaratmıştır. Küçücük pireden, koskoca file kadar bütün canlılar tek başlıdır. Baş'ın tekliği sünnetullah'tandır demek kesinlikle yanlış olmaz. Zaten Allah'ın da tek olması ayrıca bunu gösteren bir başka delildir, ilahın iki olması halinde bu düzenin-kainât düzeninin- aynı kalmayacağım, bozulacağını açıkça yine Kur'anda buyurmaktadır. Liderliğin, tabiatı itibariyle ferdî -tek-oluşu Allah'ın yarattığı canlılar için koyduğu kurallardandır, iki başlılığın asla düzenlilik anlamına gelmediği, dünyanın hiçbir yerinde birden fazla baş ile birşeylerin yapıldığı görülmemiştir.

 

Yalnız Fransız ihtilalcilerinin 'triumvira' adını verdikleri üç başlı yönetimin ne denli felaketlere ayrıca sebeb olduğunu yakın tarihi bilenler gayet iyi hatırlayacaklardır. Eski Yunan'da Atina'da yalnız vatandaş olanlara has olan görüş izhar etme, yani oy kullanma hakkı, şehrin 'Forum' denilen meydanında toplanan 25 bin nüfuslu şehrin 3 bin vatandaşının açıklanan görüşlerden biri lehine oy kullanarak en fazla oyu alan görüşün kanunlaştığını biliyoruz. Seçilen liderin de ne kadar yardımcısı olursa olsun, ne miktarda müşaviri bulunursa bulunsun yine de liderliğin tabiatının ferdî oluşu sebebiyle sonuç olarak tek kişinin karar verdiğini ve bu kararın uygulandığını görüyoruz. Meclisli, meclissiz bütün ülkelerde, herşeye rağmen yönetim tek elden ve bu ele güç veren odakların tek ele verdiği imkanın sonucu olarak gerçekleşmektedir. Bu cümleden olarak örneğin Türkiye'de iktidar, yani siyâsî güç asla mecliste olmamıştır. Kurulduğunda Mustafa Kemal'de idi. Sonra ismet inönü'nün elinde olmuştur. 14 Mayıs 1950'lerden itibaren ise Meclise rağmen kesinlikle Adnan Menderes onu elinde bulundurmuştur. Nitekim Odunu koysam milletvekili seçtiririm" diyen bir insan yetkilerinin de sınırını belirtiyordu aynı zamanda.. Tıpkı M. Kemal'in koskoca Meclise karşı tek başına "Efendiler!...

 

 Buna şapka derler. Giymeyenin başı kesilir" demesi de iktidarın tek başına onun elinde olduğunu gösteriyordu. 27 Mayıs 1960'lardan bu yana ise iktidar gerçekten yalnızca askerlerin elinde bulunmuştur. Önce Millî Güvenlik Konseyi'nin, sonra ise anayasal bir kurum haline getirilen Millî Güvenlik Kurulu (MGK)nun vasıtasıyla ordu iktidara sahibiyetini sürdürmektedir. 12 Eylül'de de Org. Kenan Evren'in tek başına elinde idi. Ne var ki ele güne karşı en azından bir heyet görüntüsü vermek kaçınılmaz görünmektedir. Kamuoyunu kandırabilmek, insanlara aslında sahibi bulunmadıkları şeyin sahibi intibaını vermek için meclisler bulunmakta, heyetler kurulmaktadır. Adına meclis veya kurul denilsin gerçek değişmemekte ve gerçek iktidar -siyâsî güç- tek elde bulunmaktadır. Bu tek el, çoğu zaman kendini bir hey'et veya meclisle temsil ediyor göstermektedir o kadar. Bu cümleden olarak TBMM'nin durumunu göz önünde bulundurursanız, bu meclise görünürde milletin temsilcileri olarak geldiği sanılan kimseler çıkarlarının temsilciliğinden başka birşey yapmamaktadırlar. Diğer yandan Partilerinin gurup kararları istikametinde oy kullanma zorunluluğu da yönetimde kararların parti liderleri tarafından, onların isteği yönünde alındığım, yani yine liderliğin dediğinin olduğu görülmektedir. Piyasaya her ne kadar kollektif kararlarmış gibi lanse edilse de bilinmektedir ki kararlar gerçekte ferdî olarak alınmaktadır. Uygulaması ise aşağılarda yine fertlere kalmaktadır. Bu tabiidir.

 

Riyaset, yani başkanlık gerçekte doğal olan yönetim biçimidir. Resulullah da islam toplumunun başkanı idi. İslam yargının, yaşamanın ve icranın ayrılığına izin vermez. Bu düşünce son iki yüzyıldan beri moda ise de dünyanın her tarafında görülmektedir ki yargı da, yasama da icranın (yönetimin) istediği istikamette çalışmakta ve kararlar almaktadır. Daha geçen gün Ankara DGM'nin Sivas Olayları sanıklarıyla ilgili kararlarının siyâsî rüzgarlar tarafından nasıl bir o yana, bir bu yana eğilmek istenildiğini göstermiştir. Avrupa'ya kendini endekslemiş bir Türkiye'de Mahkemelerin kararları bile batı kamuoyunun isteği istikametinde alınacaktır. Mahkeme, buna imkân vermemiş midir, temyiz bu yanlışı (!) Bağdad'dan çevirecektir. Hani Mahkeme kararlan üzerinde tartışılmaz, tenkid edilmez idi ve bunu yapmak da kanunlara göre suç idi! Neden bu suç kesin olarak işlendiği halde hiçbir savcı DGM kararlarını tenkid eden eleştiren çevreler aleyhine takibata geçmemektedir. Siyâsî iktidar, Avrupaya endeksli olduğundan yargıda da, yasamada da, icrada da batının iktidarını üzerinde hissetmekte ve batının isteği istikametinde kararlar almaktadır. Bu kararlar her alanda kendini göstermektedir. Başkanlık, adı üzerinde insanların aynı dünya görüşünü ve bu dünya görüşüne bağlı yaşam tarzını kabul ettikleri ortamda bu amacı gerçekleştirmek için aralarında organize olmaları ve bu organizasyonun başına da içlerinden birini seçmeleriyle teşekkül eder. Başkan, yöneteceği insanlar için islam esasından kesinlikle sapmadan, tevhid akidesine asla ters düşmeyecek, müslümanların izzetini koruyacak isabetli kararlan almak için müslümanlar arasından seçilecek İstişare Melisi' üyeleriyle ülke mes'elelerini istişare eder. Bu danışmalar, hakkında hüküm verilecek, kararlaştırılacak konularla ilgili kararın en iyi olabilmesi, en isabetli olabilmesini sağlamak içindir. Allah aklı yalnız tek bir kişiye değil, bütün insanlara derece derece verdiğine göre, başkan ne kadar akıllı olursa olsun Allah kendilerine akıl verdiği kişilerden bilgi ve becerisi bulunanlarla danışarak kendi kararını oluşturmak, eksiğini tamamlamak, fazlasını atmak ve en uygununu kararlaştırmak imkânına sahib olunur. Başkan bu suretle en uygun kararlan alır ve uygular, uyulanması için âmir ve memurlarına emir verir.

 

Bir başkanın, başkanlığını meşru kılması ancak seçiliş sebeblerinin varlığını korumasına bağlıdır, İslâmî bir toplumda birisinin başkan olması Allah'ın hükümleriyle hükmetmesi şartına bağlı bulunduğuna göre, başkan meşruiyetini ancak bu şartın gerçekleşmesi halinde taşımaya devam eder. Aykırı davranması halinde ise 'Mezâlim Mahkemesi'nin karan ile başkanlıktan alınır. Bu sebeble İslâmî düzende ve gerçekte de başkanların süreli olarak seçilmesinin hiçbir geçerli gerekçesi bulunmamaktadır. Neden ve hangi şartlara bağlı olarak seçilmişse bir başkan bu şartlan taşıdığı sürece başkanlığının devamı asıldır. Bunamadıkça, başkasının hakimiyetine girmedikçe, Allah'ın hükümleriyle hükmettikçe başkanlığının meşruiyeti devam ediyor demektir. Seçimini durup dururken yenilemenin hiçbir anlamı yoktur. Zaten başkanlık yapabilme özelliklerini yitirmişse seçimin yenilenmesi neyi değiştirecektir? Danışma-istişâre-meclisi üyeleri için de durum böyledir. Liyakat asıldır. Başkan yalnız meclis üyeleriyle danışmalarda bulunmakla yetinmez. Gerekli gördüğünde konunun uzmanlarıyla, daha da ileri giderek bütün bir halk ile istişare eder. Bunu bugün referandum denilen usul ile yapar. Halkoyuna başvurur. Bu tür işler tüm halkla birlikte yapılabilecek işler için geçerlidir. Kararları başkan aldığı ve aldığı kararların uygulamasının başı da olduğu için tüm sorumluluk başkandadır. İslami yönetim şeklinde asla dokunulmazlık söz konusu değildir. Devletin başından ayağına kadar hiç kimsenin işlediği suçun kovuşturulması tehir edilemez. Hiç bir görevli dokunulmaz değildir. Bilâkis sorumluluğun büyüğü devletin en başında bulunana aittir. Demokrasilerde olduğu gibi sorumsuzluk olmayıp sorumluluk vardır. Demokrasilerde cumhur-başkanlan suç işlese bile suç işlememiş sayılır ve masumdur, dokunulmazdır. İslâmda ise dokunulma istisnasızdır. Yeter ki kişi kendisine dokunulacak bir iş yapmasın. Dokunulacak bir iş yapan kim olursa olsun dokunulur.

 

Yani sorgulanır, yargılanır ve hakkında hüküm verilir. Ya beraat eder veya hüküm giyer. Bu hususta kimse istisna değildir. Böylesi bir eşit davranış ise yalnızca İslâmın işidir, başka dünya görüşlerinin değil. Liderlik-başkanlık-özü itibariyle gerçekten ferdîdir, kollektif değildir. Bunun içindir ki liderin başkanlığında istişare meclisi üyeleri, danışmanlar, uzmanlar, işinin ehli olan her alandaki kimseler kendilerinin bilgi ve birikimlerinden yararlanılacak kimselerdir. Ve bunlar laf olsun için bulundurulmazlar, gerçekten kendilerindeki bilgi ve birikimlerden yararlanmak için bulundurulurlar. Yukarıda da söylediğimiz gibi liderlik taşıdığı özelliklerden dolayı teşekkül etmiş bir kurum olduğuna, lider -başkan- seçilen de taşıdığı liyakattan dolayı seçildiğine göre belirli süreler için seçilmesi gibi saçmalıklara başvurulmaz. Aslolan yönetimin düzgünlüğü ve yöneticilerin hizmet verdiği kitlelere her açıdan hizmet vermeyi sürdürmeleridir. Bu hizmet sürdüğü, adalet dağıtıldığı, uygun görüşler kanunlaştırıldığı, uygulamaların seri ve yerli yerince yapıldığı, bütün bu işlerin başarıldığı bir ülkede laf olsun diye başkan seçimlerini şu kadar senede bir tekrarlamanın hiçbir anlamı yoktur. Başkan, başkan olmasını sağlayan özelliklerini koruduğu sürece başkanlığı devam eder. Bu başkanlık sisteminin gereğidir. Başkanlık kimselere ırsî olarak yazılmış değildir. Ortaçağ Avrupasında Kilisenin desteği ile halka yutturulan 'Kralın, Kral olacağını Tanrı belirlemiştir1 saptırmasının islam nazarında hiçbir değeri ve anlamı yoktur. Hem İslamdaki krallık değildir, sultanlık değildir. Sultan kelimesi sulta (güç) sahibi anlamına gelir. Ve gücün ellerine verildiği kimseler kelime anlamı bakımından 'sultan'dırlar. Lâkin halkın ve kendini aydın sananların sandığı gibi sultan, bir babanın oğlu olmasının sonucu sultayı eline alma yetkisine sahip değildir. Böyle yapanlar ümmetin yöneticisi seçme hakkını elinden alan, çalanlardır. Bunu, islam asla caiz görmez. Bir • babanın da oğlu sulta sahibi olabilir. Lâkin bunun gerekçesi yalnızca yetenektir ve buna ümmet karar verir, yoksa filanın oğlu olması değil. Ümmet her defasında başkanını kendisi bizzat seçer. Herkes şunu bilmelidir ki her başkan ölüm -bunama, başkasının hakimiyetine girme, esir düşme ve benzeri sebeblerden dolayı başkanlığını kaybetmesi halinde onun yerine geçecek olanı belirleme hakkı yine ümmete döner ve ümmet belirler her defasında başkanın kim olacağını.. Hâlen başkan olan, kendisinden sonra kimin başkan olacağını belirleyemez, böyle bir hakkı yoktur. Ne var ki ümmet bu başkanın yönetiminden memnun ise bu takdirde başkanlığı şöyle veya böyle sona ererken yönetiminden memnun olan insanlar ondan, kendisinden sonra kendilerine kimi tavsiye edebileceğini sorabilirler. Onun söylediğine biat etmek zorunda olmadığı halde yönetiminden razı oldukları başkanın fikrî, görüşünü almış, onunla da bu konuyu tartışmış ve danışmış olurlar. Tabiidir ki bir tavsiyenin asla bağlayıcılığı yoktur ve olamaz da.. Tıpkı insanın evinden çıkan ama çok memnun olduğu kiracısına 'senden çok memnun idik. Biz burayı yine kiraya vereceğiz. Tanıdığınız sizin gibi iyi bir kimse var ise haberdâr ediniz, bize tavsiye ediniz' kabilinden bir durumdur bu.. Ev sahibi buna rağmen kendi tercihini kullanacak ve evini istediğine verecektir. Lâkin gerek evi terkeden kiracı, gerekse ev sahibinden biri diğerine şuna veya buna veriniz veya kime verelim diye sorabilir. Tavsiye alabilir. Söylediğimiz gibi -bu tavsiye bağlayıcı olmasa da.. Başkanın durumu da böyledir. Kendisini yıllarca yönettiği insanlar kendisinden, ondan sonra kendilerine kimleri tavsiye edebileceğini sorduğunda başkan kanaatini söyleyebileceği gibi kimse sormadan da başkan halka tavsiyesini arzedebilir. Zira tavsiyenin bağlayıcılığı yoktur. Başkanlık sistemi, sorumluluk üzerine kurulu bir sistemdir. Başkanı bilgilendiren, gerekli görüşlerle teçhiz eden kurumlar her ne kadar var ve çok ise de başkan kendisine verilen fikirlerden en uygununu, kendi görüşü olarak sorumluluğunu da üstlenerek kabul eder ve kanunlaştırır. Kimin elinin kimin cebinde olduğunu kimselerin bilmediği bugünkü gibi yönetimlerin halkı aldatmaktan başka bir rolü bulunmamaktadır.

 

Kararlan alanlar cesaretle sorumluluğunu da almalıdırlar. Şimdiki yönetimde karar alma mevkiinde bulunanları bilebilmek, görebilmek ve hele de yakalarına , yapışabilmek mümkün değildir. Örneğin kimseye hesab verme gibi bir derdi bulunmayan Millî Güvenlik Kurulu Tavsiye kararlan alıyor fakat bunları hükümet uyguluyor. Minareye kılıf uydurma kabilinden kararlarını karar olarak değil, fakat tavsiye olarak bildirmektedirler hükümetlere. Lâkin ne menem tavsiye ise, hiçbir tavsiyeleri de geri çevril-memekte, aynen kanunlaşmaktadır. Bu durumda hükümet mi hükümettir, yoksa Millî Güvenlik Kurulu mu hükümettir? Azıcık üzerine varsanız dayanıklılığını göremezsiniz, bir hamlede gerçek ortaya çıkar. İslam ne Hakkı aldatır, ne halkı aldatır. Aldatmayı kötü bilen ve bildiren bir sistemin adıdır. Kimsenin kimseyi aldatmaya hakkı yoktur, insanları kandırarak sevketmenin insanlar için de bunu yapanlar için de bir onuru bulunmamaktadır. Aldatma onursuzluktur. Liyâkat başkanlıkta olmazsa olmaz bir unsurdur. Bu liyâkati gösterenler arasından yapılacak seçimle islam ümmeti başkanlarını seçerler. Ve Ona yükledikleri yükün taşınmasında onun yardımcısı olurlar. Muhalefet, demokrasilerdeki gibi değildir. Başkanın partisinin dışında düşünenlerin de partisi olur ve kendilerinden seçilmedi diye başkan ne yapar ve ne derse hepsi yanlış demez ve diyemez. Zaten İslamda muhalefetin ana görevi sistemin gereği gibi yürümesinde başkana yardımcı olmak ve meydana gelebilecek sapmalardan Başkanın korunmasını sağlamaktır. Demokrasilerde bunun tamamen tersi işlev yüklenen muhalefet, iktidardakiler ne yapar ve ne derlerse hepsine karşı çıkmakta, sonuç olarak kabak milletin başında patlamaktadır.

Bunun hesabı da kimselerden sorulmamaktadır. Muhalefet kendi görüşünü söyleyerek iktidarın yardımcısı olur. Bu görüşler yanlışları belirtmek olduğu gibi, doğruları desteklemek suretiyle gerçekleşir. Evet biz diyoruz ki yönetimde en gerçekçi ve geçerli yöntem başkanlık sistemidir. Bu sistem anlatmaya çalıştığımız ölçüler içerisinde yapılması halinde gerçekleşir ve mürüvveti görülür. Şimdiki kaos Türkiye'yi de, uygulandığı diğer ülkeler insanlarını da kurtuluşa çıkaramaz, çıkarmamıştır. Bu ülkenin insanlarının herşeyi islam iken Boyner gibilerin Nisan yağmuru türünden ambalaj değişikliğinin ötesinde bir başka anlam taşımayan çıkışları sonuçsuz kalacaktır. Ne denli destek verilirse verilsin bu ülkede gerçekten İslama dayanmayan yöntem ve yönetimlerin yaşama şansı vardır, İslam dışılıkların yaşam imkanı verebilmesi ancak serumun bağlı olduğu süre için geçerlidir. Ve Türkiye 70 yıldan beri serum bağlanarak yaşatılmaya çalışılan bir sistemle yönetilmeye çalışılmaktadır. Bu sebebten de halk, bürokrat, teknokrat, asker, sivil, esnaf, işçi, memur, çoluk çocuk, kadın, erkek kimseler memnun değildir bu sistemden.. Geliniz söylediklerimiz bağlamında konuyu bir daha ve yeniden düşünelim. Düşünmekten zarar gelmez. Düşünceler de konuşularak eğriliği - doğruluğu anlaşılan şeylerdir.

Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol