UN-PARADIS - AYDINLANMA
  TAVSIYE SITELER
  GUNES
  POPULER PROGRAMLAR
  => Ziyaretşi defteri
  => MODERN BTP 58
  => YEMEK TARIFLERI
  => VIDEOLAR
  => DINI SIYASETE ALET ETMEK
  => ALLAHTAN BASKASINI RAB EDINMEK
  => AYDINLARIMIZ AYDINMI
  => KUDSI HADISLER
  => ARACILIK MESELESI
  => RIYASET-BASKANLIK
  => ALLAH KAMUSAL ALANINDA RABBIDIR
  => HAKIMIYET
  => RECM CEZASI KURANI DEGILDIR
  => HUKUM KOYMADA SIRK
  => DOGRU DUSUNME YONTEMI
  => AKIL
  => DENGELI FIKRI BESLENME
  => ALLAHIN YARDIMI
  => ASSAGILIK DUYGUSU
  => AYDINLANMA
  => BAGIMSIZLIK
  => BASIRET
  => BILGI
  => BIRLESMEK VE INANMAK
  => BIRLESMEK
  => COKLUK-COGUNLUK-COGULCULUK
  => DUSUNDURUCU RESIMLER
  => SIIRLER
  => AYET RESIMLERI
  => HAYVAN ISIMLERI
  Amerika
  Saklı sayfalar
  INTERNETTE VERI HIRSIZLIGI
  HAMAS YONETIMI IS BASINDA
  Haberler
  galeriz
  STENIZE BUTON OLUSTURUN
  HTLM KOD DEPOSU
  ILGINC SORULAR
  ERCUMENT OZKAN VIDEOLARI
  Yeni sayfanın başlığı
  SIVAS
  MESAJLARINIZ
  FRANSIZCA HARFLERIN OKUNUSU VIDEO

         AYDINLANMA

Farklı değerlendirme biçimlerine göre değişik anlamlar verilebilecek Aydınlanma, "Avrupa’da 17. yüzyılın ikinci yarısıyla, 19. yüzyılın ilk çeyreğini kapsayan ve önde gelen bir takım filozofların, aklı insan yaşamındaki mutlak yönetici ve yol gösterici yapma ve insan zihni ile bireyin bilincini, bilginin ışığıyla aydınlatma yönündeki çabalarıyla seçkinleşen kültürel dönem, bilimsel keşif ve felsefi eleştiri çağı, felsefi ve toplumsal hareket" şeklinde tanımlanabilir. "Tarihi süreç olarak İngiliz devrimi ile başlatılan ve Fransız devrimi ile bitirilen Aydınlanma hareketi, sonuçları itibariyle bütün Avrupa ve Amerika’da etkili olmuştur.

 

 Aydınlanmanın temel amacı insanı köleleştirici ve her yönü ile kötü olan dine (Hıristiyanlığa) dayalı düzeni yıkıp yerine insanı özgürleştirici olan akla dayalı düzenini kurmaktı. Bu nedenle Aydınlanma aynı zamanda "akıl çağı" olarak da adlandırılmaktadır." "Aydınlanma" sonradan konulmuş bir isimlendirme olmayıp, ortaya çıktığı dönemde dönemin düşünürleri tarafından bu hareketleri için kullandıkları bir kavramdır. Bu hareketi oluşturan ve içinde yer alan düşünürler, başlıca "aklın önemi", "dini, siyasi yapıyı ve sosyal düzeni eleştirmek", "düşünce ve ifade özgürlüğü", "bilimin üstünlüğü", "ilerleme", "hümanizm" gibi değerlerden oluşan bir yaşam biçimini gerçekleştirmeyi amaç edinmişlerdi. Aydınlanma, İngiliz(İskoç), Fransız ve Alman düşünür ve filozoflarına ait üç ayrı akımdan oluşan bir hareketti. Kullandıkları argümanlar farklı da olsa bu hareketin amacı aynıydı. Hareketin baskın karakteri Fransız aydınlanmasıydı. Bu akımlar, doğuşlarını hazırlayan şartlar, dayandıkları toplumsal sınıf, felsefi yöntem ve ilkelerde farklı anlayış ve konumlara sahiptiler.

 

Bu harekete mensup olanların, mevcudu reddetme, dini eleştirme, aklı belirleyici yapma, düşünceye ve bilime önem verme gibi konularda ortak bir anlayışa sahip olduklarını ve aynı amacı taşıdıklarını söylemek mümkündür. Aydınlanmayı belirleyen tavır ve eğilimlerin temel kavramları "hümanizm, deizm, ateizm, rasyonalizm, deneyselcilik, materyalizm, determinizm, natüralizm, pozitivizm, ilerlemecilik, iyimserlik ve evrenselcilik"ti. "Aydınlanma hareketi Bacon, Hobbes ve Locke’un deneyselciliğiyle ilk olarak İngiltere’de başlamış ve daha sonra J.Toland ve M.Tindol’ın doğalcılığıyla dinsel bir renk almıştır. Fransa’da ise geçmişin, yönetimin ve dinin radikal eleştirisi yapılmış; Descartes, Spinoza, Boyle, Montesquieu, Voltaire ve Rousseau Aydınlanmanın öncüleri olmuşlardır. Almanya’da ise Aydınlanma hareketi Leibniz tarafından başlatılmış, Gratius, Thomasius, Wolff, Lessing, Herder ve Kant gibi düşünürlerce yürütülmüştür. "On sekizinci yüzyılda birçok filozof ve fakat bir aydınlanma vardı. Filozofları birleştiren ve bir arada gösteren program, sekülarizm ve insanlık, kozmopolitanlık ve bir yığın formlarda ortaya çıkan hürriyet programı"ydı. Aydınlanmaya önemli bir katkı da Ansiklopedinin yayınlanması olmuştur. "Aydınlanmanın baskın öğesi hümanizmdir. Hümanizmi tamamlayan düşünce ise ateizm ve deizmdir. Aydınlanma düşünürlerinin çoğunluğu ya ateist yada deist idiler.

 

Bunlara göre tanrı, din (Hıristiyanlık) ve inanç bütün felaketlerin ve kötülüklerin kaynağıydı. Din ilerlemenin önündeki en büyük engeldi. Tanrının evrene müdahale etmesine karşı çıkılmış, aklın ve bilimin evreni en iyi şekilde düzenleyeceği, bütün bir toplumun insan doğasına ve hümanizmin değerlerine göre yeniden değerlendirilmesi gerektiği inancı dinin yerini almıştı." Bu inanca göre evren tüm yönleri ile rasyoneldir. "Fiziki evren rasyonel olduğuna göre onda bir düzen vardır ve bu düzeni belirleyen şey de, belli sayıda ki rasyonel ilkelerdir. İnsan ‘akıllı’ bir varlık olduğundan, yada insan zihninin kendisi de rasyonel olduğundan o bu ilkeleri keşfetme, evrendeki düzeni anlayabilme kapasitesine sahip bir varlıktır." Aydınlanma ile Avrupa ortaçağının batıl inanç ve bağnazlığı geride kalmış, bilim ve akıl dine (Hıristiyanlığa) karşı kesin bir zafer elde etmişti. Bu da kültürel, sosyal ve ekonomik alanda sürekli ve sınırsız bir ‘ilerleme’nin önünü açmıştı. "Fransız Aydınlanması, Kıta Avrupa’sında kültürlü kesim üzerinde büyük bir etki yapmış, Voltaire’in dediği gibi "akıllarda bir devrim” gerçekleştirmişti. Bu devrim, tanrı düşüncesine, tanrının zihinlerdeki egemenliğine son vermişti. Ateizmin devrimiydi. Bu devrimin öncüleri de DePEsprit, Helvetius, d’Holbach’tı. Fransız aydınlarının düşünceleri daha çok benimsendiğinden Fransızca Latince’nin yerini aldı ve entelektüellerin özendikleri bir dil oldu. Öyle ki Fransız düşünürlerine ait görüşler ve düşünceler peşin olarak kabul görmeye başladı. Bu durum Avrupa’nın bütün seçkinlerini etkilemişti. Aydınlanmanın "Fransa da kazandığı muhteva ve aldığı biçim" hem aydınlanma felsefesinin ruhunu teşkil etmektedir hem de bu ruhu temsil etmektedir." "Fransız Aydınlanmasının belirgin iki özelliği vardı.

 

 Birincisi (aydınların tamamını kapsamasa da genel olarak) dinin toplumsal mutsuzluğun ana nedeni olduğu, diğeri de mevcut siyasi idari yapıyı yeniden düzenleme isteğiydi." Diğer bir yoruma göre de "Aydınlanma, aklın gücüne duyulan katıksız inancın felsefi ve toplumsal meşrulaştırılışından başka bir şey değildi. Akıl insanları bütün sorunlarından kurtarabilir, sonsuz barışa, ütopyan yönetime ve eksiksiz bir topluma götürebilir"di. "Aydınlanma düşüncesi, "aşkınlığı" "gerçeklikten" önde tutan metafizik düşünceyi dışlamaktadır. Gerçeklik, fiziki dünyada ve pratik evrende aranır. İnsanların ve nesnelerin somut dünyasında hayat vardır. Her şeyin doğal ve kendine özgü yasaları vardır. Bu yasaların dogmalardan ve dinin baskıcı kalıplarından kurtulması gerekmektedir anlayışı Helvetius, Olbach, Diderot gibi düşünürlerde daha da ileri gidilerek, her türlü yaradancı güce karşı çıkarak, hareket halindeki maddeden başka bir şeyin var olmadığı biçiminde tanrıtanımaz bir materyalizmi savunma şekline dönüşmüştür. Aydınlanma çağı aydınlarından, aşkın olanla ve dinle barışık olanlar da vardı. Onların kabul etmediği tanrı ve dinin kendisi değil, mevcut tanrı ve din anlayışıydı. Onun için bu aydınlar tanrı ve dini yeniden tanımladılar. Aklın kabullerine dayalı yeni bir inanış oluşturdular. Onlara göre aklın ve bilimin kavradığı ve ulaşabildiği her gerçeklik, evrenin mükemmelliği ve evrendeki mükemmel düzen bir düzenleyici aklı/gücü gerekli kılıyor ve bu da kaçınılmaz olarak yüce bir varlığın gerçekliğini ortaya koyuyordu. Bu yeni tanrı ve din anlayışı Hıristiyanlığın tanrısından ve öğretisinden tamamen farklıydı. İnsanın hayatına müdahale eden, onun hayatını düzenlemek için kurallar koyan bir tanrı ve hayata egemen olan bir din değil, yalnızca yaratan ve yarattığı her şeyi düzenlemeyi insanın aklına bırakan bir tanrı ve din.

 

Bu aydınlara göre bilimsel gerçeklikler, tabiat düzeni, doğanın yasaları inanmayı, tanrıyı kabullenmeyi gerekli kılıyordu. Yanlışlık inanmada değil inanma biçimindeydi. O bakımdan kutsalları yok etmek yerine, yeniden tanımlamak gerekiyordu. Aydınlanma felsefesinin temeli laik hümanizmadır. Her şeyin merkezinde insan, insanın merkezinde de akıl vardır. Aydınlanma döneminin en büyük yazılı eseri 25 yılda hazırlanan, 17 ciltten oluşan ve 17818 maddeyi içeren Ansiklopedidir. Bu ansiklopedi "Aydınlanma düşüncesinin ete kemiğe bürünmüş halidir." "Aydınlanmanın insan anlayışı, temelde, insanın duyumculuktan kaynaklanan ve ilk sıraya yararcılığı yerleştiren bir doğaya sahip olduğu düşüncesine dayanır; insan doğası gereği yetkinleşme ve toplumsallaşmasının motorunu oluşturan kendi çıkarının peşindedir; ne var ki özel çıkar grupları, zorbalar, papaz takımı, zenci ticareti yapan gemi işletmecileri, insanların saflığından yararlanan şarlatanlar, insan kitlelerini saptırarak, onları kendi özel çıkarları peşinde koşmaktan, yani kolektif çıkarlara aykırı düşmeyen bireysel çıkarları peşinde koşmaktan alıkoymuşlardır." "1776'da lskoçyalı Adam Smith (1723-1790), kapitalist liberalizmin kurallarını, bütün dünyada yankı uyandıran “Ulusların Zenginliği” adlı eserinde sergiliyordu. Ona göre, zenginleşmenin erdemli sarmalı, basit bir mekanizmaya tabiiydi; herkesin kendi özel çıkarı peşinde koşması. Serbest rekabet, uyumu kendiliğinden getirecekti; özel çıkarların bileşimi toplumun genel refahına açılıyordu: “Özel çıkarlar ve bireysel tutkular insanları, sahip oldukları sermayeyi, toplum için en yararlı alanlara kaydırmaya yöneltir”. Dolayısıyla, iyi olanı oluşturmaya kalkacağımıza, onun bizim tutkularımızdan kendiliğinden doğmasına yardımcı olmalıyız. Serbest piyasanın “görünmez eli”, işte böyle hareket eder.

 

 Dolayısıyla, ticaret serbestisi, Smith'e göre, ekonomik gelişmenin en etkili etkenidir." Aydınlanma her şeyi sekülerleştirdi. Kilise ve İncil’in "otoritesine" son verilerek bunun yerine akıl ve tabiat otoriteleştirildi. Aydınlanma düşünürlerinde başat olan bütün kavramlar (akıl, tabiat, hürriyet vb) dinsel muhtevalarından soyutlanmış kavramlardı. Aklın güç yetiremediği ve çözemediği hiç bir şey yoktu. Akıl, vahiy, gelenek ve otorite üçlüsünün oluşturduğu inanç, yaşam, siyasal yapı ve bunlara bağlı her şeyi eleştirme ve sorgulama gücüne ve yetkisine sahipti. Aydınlanmanın biricik kutsalı olan akıl, kendi dışındaki bütün kutsalların, mitlerin dokunulmazlıklarına son vermiş, onların insan aklına vurdukları düşünmeme zincirini kırmıştı. "Düşüncenin kapsamı dışında olan tanrı, din, kilise artık insanın dokunabildiği, hatta üzerinde dilediği gibi tasarruf ettiği, bütün gizemleriyle önlerine koyup ayrıntılarına varıncaya dek içine nüfuz edebildikleri, yukardan yere indirilen doğanın ve tabiatın içine yerleştirilen ve böyle olunca da insanın hizmet ettiği şeyler olmaktan çıkıp, insanın hizmetine verilen şeyler oldular." Aydınlanma hareketinin faaliyet merkezleri kafeler, salonlar ve localardı. Özellikle masonik localar aydınlanma düşünürlerinin gözde yerleriydi. Localar aydınlanma düşünürlerine ve düşüncesine her türlü katkıyı veren yerlerdi. Locaların örgütlenme ve çalışma biçimleri, ki onlar dışarıya kapalı, üyeler için güvenli olan, çalışmaları "sır" içinde yapılan yerler olduğundan ve bir tür seçkinlik özelliğine sahip olduklarından bu yapılarıyla çok uygun mekanlardı. "1717 yılında büyük bir kısmı modern çağın yeni düşünceleriyle ve bilimin imkanlarıyla ilgili bir grup insanın kurduğu loca, masonluğun orijini olarak kabul edilmektedir. Masonlar Kıta Avrupa’sında bütünüyle aydınlanma düşüncesinin tartışıldığı kurumlar olarak varolmuşlardır. Avrupa’nın bütün büyük şehirlerinde varolan mason locaları aristokrasi ve ruhban sınıfına karşı, aydınlanmış ve merkezileşmiş otoriteleri destekleme politikaları gütmüşler, daha kardeşane bir toplumsal düzen ve liberalleşmiş bir anlayış savunmuşlardır." "Localar adeta düşünce laboratuvarlarıydı.

 

Her türlü düşüncenin serbestçe tartışıldığı, kamuya açıklanmadan önce eleştiri süzgecinden geçirildiği, devlete karşı nasıl bir politikanın izlenmesine karar verilen, çalışma stratejilerinin belirlendiği mekanlar olarak Aydınlanma hareketine her türlü lojistik desteğin sağlandığı yerlerdi." Aydınlanmanın önemli bir mekanı da localara benzer işlevi olan salonlardı. Aristokrat ve burjuva olan, prestij sahibi yada saraya yakın bayanların sahiplik ettikleri yada üstlendikleri salonlar özellikle filozofların tercih ettikleri yerlerdi. Burada yeni düşünceler ve eserler etrafında tartışmalar yapılıyordu, bir düşüncenin veya eserin kendini kabul ettirebilmesi salonlara girebilmesine bağlıydı. Filozoflar salonlarda yalnızca düşüncelerini açıklama imkanı bulmakla kalmıyor aynı zamanda buralardan geçimlerini de sağlayabiliyorlardı. Bir madamın himayesine girmek ve yapay bir ortamda düşünce üretmenin "tahrifat"a yol açacağı düşüncesiyle bu salonları eleştiri konusu eden bazı aydın ve düşünürler, çözüm olarak da ciddi tartışmaların yürütülebileceği özel salonlar kurulması için harekete geçtiler. Kimi filozof ve bir takım aristokratların öncülüğünde yeni tür salonlar açıldı. Filozoflar düşüncelerini bu salonlarda inşa ettiler. Bu salonlar politikacılar içinde büyük öneme sahipti. Aydınlanma sadece "düşünsel" temelde yükselen "bir değer" değildi. Sanat ve edebiyat da aydınlanmanın çok önemli faktörleriydi. Sanat ve edebiyat dönemin "felsefi insan kavrayışına" ve "yükselen değerlerin" savunulmasına yönelik bir tavırla, toplumun yeni düşünceyi kabullenmesinde kolaylaştırıcı bir rol oynuyordu. Romanda, şiirde, tiyatroda bilimin, aklın ve "endüstriyel medeniyetin" övgüsü yapılmaktaydı. Böylece insanlar yeni düşünceleri kabule hazırlanıyorlardı. Eleştirel aklın ana muhatabı dindi. Felsefedeki sekülarizasyon sanat ve edebiyatta da başat bir konuydu. Felsefe, sanat ve edebiyat, dini toplumsal hayattan çıkarmak için muhatabını; mutlu ve özgür olabilmesi, ilerleyebilmesi için dinden kurtulması gerektiğine inandırdı. Dinin bilimin, eşitliğin, özgürlüğün, ilerlemenin önündeki en büyük engel olduğuna inandırılan toplum, kazandığı yeni kimliği ile yeni bir toplumsal düzen, yeni bir yaşam biçimi; insanın merkezde olduğu, din kurallarının yerini insan aklının kurallarına bıraktığı, her şeyin bu dünya ve her şeyin insan için olduğu bir dünya kurmanın peşindeydi artık. İnsanlar düşünmeye ve sorgulamaya başlamakla sahip olup da kullanmadıkları ve kullanmadıkları için de yüzyıllarca karanlıkta kaldıkları akıllarını kullanmaya başladılar.

 

Aklın/akletmenin devreye girmesiyle düşünen ve aklını kullanan insanların artmasıyla, ortaçağ karanlığından “aydınlanmış” Avrupa doğdu. Aydınlanmanın dinle olan mücadelesinin sonucunda, dinin ortadan kaldırılması, yok edilmesi ve aşılması ile değil, yeni bir inanç ve din anlayışının ortaya çıkmasıyla sonuçlandı. Evrene, tabiata, topluma ve insana dair konularda dinin verdiği karşılıklar yerine, aklın ve bilimin verdiği karşılıklar benimsendi. "Yeni şekliyle din, kendisine inanılmayı haklılaştıracak ölçüde sınırlarına çekilmiş" bir din olmalıydı. Diğer bir anlatımla, zaten yok edilmesi mümkün olmayan din, toplumsal iktidarı meşrulaştırıcı bir aygıt olarak hizmet görmesini sağlayacak bir yapıya dönüştürüldü. Aydınlanmanın temel konularından biri de tabiattı. Tabiat insan için iyi olan her şeye sahipti. İnsanın yaşamını sürdürebilmesi için tanrıya ihtiyaç yoktu. Tabiat, insanın ihtiyacını karşılamada Tanrı’nın yerini almıştı. Tanrı’dan bilinen her şey aslında tabiatın eseriydi. "Tabiat sistemi, kilise ve vahyin ahlaksal değerlerinin toptan reddedilişinin belgesi olmak durumundaydı." "Aydınlanma yeni bir toplumsal proje önermişti. Bu projede ruhban sınıfı, aristokrasi, devlet bürokrasisi ve toprak sahipleri toplumsal erklerini/egemenliklerini yitirmiş, onların yerine tüccarlar, işçiler, öğrenciler ve burjuvalar yeni bir toplumsal örgütlenme biçimini oluşturmuşlardı. Toplumsal hiyerarşi endüstri ve endüstriye dayalı toplumsal örgütlenmeye göre ortaya çıkmıştı." Aydınlanma düşüncesinin Avrupa dışında en yoğun ilgiyi gördüğü ülke Amerika’ydı. Amerika bu düşüncenin oluşmasında katkıda bulunmamış ama ondan yararlanmada bu düşünceyi gerçekleştirenler kadar pay sahibi olmuştu. Öyle ki onsekizinci yüzyılda Kıta Avrupası’ndan ödünç aldığı Aydınlanma düşüncesini siyasi, kültürel ve ahlaki alanda Avrupa’dan daha iyi uygulamaya başladı. Toplumsal hayatın bütün alanlarında, aydınlanmadan elde edilen kazanımların yansıtılmasında oldukça başarılı oldu. "Amerikan bağımsızlık bildirgesinde insanların eşit yaratıldığı, doğuştan inkar edilemez bir takım haklara sahip olduğu, yaşamanın, hürriyetin ve mutluluğun yaratıcı tarafından verilmiş haklar olduğu belirtilerek", bu düşünce aydınlanmayla örtüşen bir reform olarak kitlelere sunuldu. Amerikan aydınlanmasının dini ele alış biçimi Avrupa Aydınlanmasından farklıydı. Avrupa aydınlanmasının radikal din eleştirisi yerine Amerikan aydınlanması "liberal öğeleri" daha ağır basan bir din anlayışına sahipti. Dini inanç bireyin özel hayatına ait alanda belirleyiciliğini yitirmedi. Bunun topluma yansıması ise "liberal" ve "dünyevi" bir yansıma oldu. "Amerikan Devrimi (1783), Amerika’da kendisini kurmakta olan bir toplumun, İngiliz devrimi ve Avrupa Aydınlanmasıyla kurduğu özgül etkileşimin somut bir sonucudur." Birbirini etkileyen, birbirine güç veren ve doğurduğu sonuçları itibariyle insan faktörünü her şeyden üstün hale getiren Avrupa Aydınlanması, insana, tabiata ve dine yaklaşımları ayrı ayrı hatta kimi zaman karşıtlık içeren İngiliz, Fransız ve Alman aydınlanmasının ortak adıdır. Aydınlanmanın başlaması ve kurumsallaşmasını sağlayan Fransız aydınlanmasıdır.

 

Alman aydınlanması aydınlanmayı belli bir çerçeveye aldı, onu sınırladı. Almanya’da, Aydınlanma felsefesinin eleştirisi yeni bir karşıt düşünce doğurdu. Aydınlanma felsefesinin karşıt düşüncesi, gösterdiği gelişme ile aydınlanmaya üstünlük sağladı. Dine karşı eleştiri en alt düzeyde tutuldu. Romantizm ve idealizm baskın anlayış olarak aydınlanma projesinin şeklini ve yönünü değiştirdi. "Fransız aydınlanmasının her şeyi yeniden rasyonalizme göre kurma/oluşturma hareketine karşın, Alman aydınlanması mevcut olanı rasyonelleştirmeyi" tercih etti. Kant aydınlanma tarihinde bir dönüm noktası oldu. Kant, geliştirmek istediği yöntemde din, ahlak ve bilim arasında uzlaşmayı mümkün kılmaya çalıştı. Kant’ın aradığı uzlaşma özellikle Aydınlanmanın Fransa’da ortaya konulan biçiminde derin yaralar açtı. Bu özelliği Kant’ı aydınlanmada bir dönüm noktası yaptı. Tam karşılığını bulmasa da İngiliz aydınlanmasını ampirizmle, Fransız aydınlanmasını rasyonalizmle, Alman aydınlanmasını idealizmle özdeşleştirmek mümkündür. Toplumsal düzen olarak İngiliz Aydınlanması parlamenter bir mutlakiyetçiliğe, Fransız Aydınlanması despotik bir devlete ve Alman aydınlanması otoriter bir düzene yaslanıyordu. İngiliz burjuvası iktisadi güç ve itibara, Fransız burjuvazisi siyasal ve ideolojik meşruiyete sahipken, Almanya ise bunlara benzer bir burjuva sınıfına sahip değildi. İngiliz ve Fransız aydınlanmasının sahip olduğu toplumsal dinamiklerden de yoksundu. Kuşkusuz aydınlanmanın en önemli çıkışı, en büyük gücü akla ve düşünceye verdiği önemde yatmaktadır. Öyle ki Kıta Avrupa’sı sahip olduğu ve gerçekleştirdiği her şeyi bu iki değere verdiği önemden aldığı güçle yapmıştır denebilir. Bir çok eksikliği ve yanlışlığı içinde barındırdığı halde, yanlış anlaşılıp, yanlış kullanılmasına rağmen "akl"ı kullanma, düşünmeye büyük önem verme ve başta inanç olmak üzere her şeyi sorgulamaya konu etme, Avrupa’nın Avrupa olmasını sağlayan temel dinamiklerin başında gelmektedir. Bütün olumsuzluklarına rağmen, ki olumsuzluklar aklın ve düşünmenin kendisinde değil, onları yanlış kullanmaktan kaynaklanmıştır, Avrupa, aklın kullanılmasıyla Ortaçağ karanlığından kurtulup, dünyanın en gelişmiş, en modern, en güçlü ve en üstün toplumu olmuştur. Bugünkü Avrupa, yaşadığı iki yüzyıllık aydınlanma sürecinin sonucudur.

 

Düşüncede devrim, kültürel ve sanatsal erginlik, bilime yönelme bugünkü Avrupa’yı doğurmuştur. Aydınlanmaya göre eleştiriye konu olmayacak hiçbir şey yoktu. Aydınlanma hareketi Avrupa coğrafyasında insanın düşünmeyle, akılla, bilimle buluşmasını sağladı ve bu ona yeni bir dünya kurma imkanı verdi. Avrupa insanı, Aydınlanmadan aldığı güçle, özellikle başta kilise olmak üzere bütün tutsaklıklardan kurtuldu. Ve iki yüz yıllık aydınlanma sürecinin sonunda ortaya bütün dünyanın kendisini uydurmaya çalıştığı, diğer toplumlara her yönden üstünlük kurmuş, halkına eşitliği, zenginliği, saygınlığı, "özgürlüğü" sağlamış bir dünya çıktı. Bu yeni dünya aydınlanmanın zihniyetleri değiştirmesinin ürünüdür. Bugünün Avrupası (Amerika da dahil) 18. yüzyıl Aydınlanmasının pratik sonucudur. Geldikleri bu noktada Avrupa ve Amerika, başta bugünkü konumları olmak üzere Aydınlanmaya çok şey borçludur. Ancak teknolojik gelişme ekonomik zenginlik, uygarlık düzeyi ve sağlıklı yaşam koşullarına sahip olma gibi konulardaki başarıya bakarak Aydınlanmayı her yönüyle olumlamak veya benimsemek; yeryüzünde açlıktan ölenleri, yapılan katliamları, dökülen gözyaşları ve kanları, çekilen acıları, yer üstü ve yer altı zenginlik kaynaklarının sömürülmesini, silah sanayiine yapılan yatırımları yok saymak olur. Dünya nimetlerini paylaşmadaki haksızlığın, yoksulluğun, sömürünün kan ve gözyaşının tek sorumlusu olarak aydınlanmayı göstermek büyük bir haksızlık olur. "Diğer" insanlık alemi de özellikle Müslüman dünya da en az Aydınlanma kadar suçludur. Zira Aydınlanma gücünü kendinden çok "diğer dünyanın", "aydınlanmamış/karanlıkta kalmış" dünyanın içinde bulunduğu durumdan almaktadır. Aydınlanmanın kullandığı kavramlar ve değerlerin evrensel olduğu iddia edilmesine rağmen, hareket tamamen yerel (Avrupa Kıtası kapsamında) bir harekettir. Pratik sonuçları itibariyle kendi insanına ne vermişse ona ne kazandırmışsa bunu diğer insanlardan alarak yapmıştır. Bu yönüyle bencildir.

 

Kendi insanının mutluluğunu dünya insanının mutsuzluğu üzerine kurmuştur. Avrupa’nın gelişmesinin ve ilerlemesinin aydınlanmaya borçlu olduğu ne kadar doğruysa diğer insanlık aleminin de buna ters orantıda bir durumda oluşu da o kadar doğrudur. Bu her iki doğru da aydınlanmanın pratik sonucudur. Aydınlanmanın en büyük yanılgısı insanı ve tabiatı tanımlamada olmuştur. Aydınlanmanın insan tanımı, insanı bir bütün olarak kuşatmada ve ihtiyaçlarına yanıt vermede, onun özgün yapısını korumada yetersiz kalmıştır. İnsanı ve tabiatı ele alış biçiminde onların yaradılış yasalarına uygunluğunu sağlayamamıştır. Eksik ve yetersiz kalmıştır. Tabiatın imar edilmesinde, imar edici gücün(insanın) yapısındaki bozukluk ve eksiklik nedeniyle büyük bir bozulma yaşanmıştır. Ruhsuz, duygusuz, inançsız ve imansız, manevi değerlerden yoksun, mekanik ve maddi bir varlık olarak görülen ve bu öngörüye göre programlanan insan, sonuç olarak gelinen noktada kendi canavarı olmuştur. Aydınlanmayı hazırlayan ve gerçekleşmesini sağlayan en büyük etken Hıristiyanlığın Ortaçağ’ıydı. Diğer bir deyimle eğer ortaçağ ‘karanlığı’ olmasaydı; insanlar insani bütün haklardan mahrum bırakılmasalardı, Roma’daki kilisenin yapımı için İngiltere’de Cennete karşılık bağış makbuzu ile yardım toplanmasaydı, hayvan pazarlarının yanında insan pazarları kurulmasaydı, insanlar eşya gibi alınıp satılmasaydı, kısacası her türlü zulüm zirveye çıkmamış olsaydı, belki de Aydınlanma da gerçekleşmeyecekti. İşte karanlıktan do ğan bu “aydınlık”, bugün modern bir karanlık olarak insanlık nüfusunun yüzde doksanının hayatını karartmaktadır.

Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol