UN-PARADIS - COKLUK-COGUNLUK-COGULCULUK
  TAVSIYE SITELER
  GUNES
  POPULER PROGRAMLAR
  => Ziyaretşi defteri
  => MODERN BTP 58
  => YEMEK TARIFLERI
  => VIDEOLAR
  => DINI SIYASETE ALET ETMEK
  => ALLAHTAN BASKASINI RAB EDINMEK
  => AYDINLARIMIZ AYDINMI
  => KUDSI HADISLER
  => ARACILIK MESELESI
  => RIYASET-BASKANLIK
  => ALLAH KAMUSAL ALANINDA RABBIDIR
  => HAKIMIYET
  => RECM CEZASI KURANI DEGILDIR
  => HUKUM KOYMADA SIRK
  => DOGRU DUSUNME YONTEMI
  => AKIL
  => DENGELI FIKRI BESLENME
  => ALLAHIN YARDIMI
  => ASSAGILIK DUYGUSU
  => AYDINLANMA
  => BAGIMSIZLIK
  => BASIRET
  => BILGI
  => BIRLESMEK VE INANMAK
  => BIRLESMEK
  => COKLUK-COGUNLUK-COGULCULUK
  => DUSUNDURUCU RESIMLER
  => SIIRLER
  => AYET RESIMLERI
  => HAYVAN ISIMLERI
  Amerika
  Saklı sayfalar
  INTERNETTE VERI HIRSIZLIGI
  HAMAS YONETIMI IS BASINDA
  Haberler
  galeriz
  STENIZE BUTON OLUSTURUN
  HTLM KOD DEPOSU
  ILGINC SORULAR
  ERCUMENT OZKAN VIDEOLARI
  Yeni sayfanın başlığı
  SIVAS
  MESAJLARINIZ
  FRANSIZCA HARFLERIN OKUNUSU VIDEO

COKLUK-COGUNLUK-COGULCULUK



Tek, bir olandan fazlası, birden fazla ve hattâ en az üç olan ve fazlası için kullanılan çokluk deyimi toplumsal yaşamda da kullanılmaktadır. Mevcudun yarısından çoğu, yarısından bir fazlası dahi çokluk anlamında kullanılmaktadır. Bu noktada çokluk için çoğunluk deyiminin de kullanıldığını biliyoruz. Siyasî literatürde çokluk veya çoğunluk hemen ikiyüz yıldan beri kullanılır olmuş, dünyada demokrasinin yayılması paralelinde yayılmıştır. Halkın, halk için, halk tarafından yönetimi diye basitçe ifade edilen demokrasi söz konusu olduğunda çokluk, çoğunluk ve giderek de çoğulculuk söz konusu olmuştur.

 

Halk, birçok ferdden meydana gelen ve birlikte yaşayan bir kitle olduğuna göre bu halkın, yine kendisi için, kendisi tarafından yönetimi söz konusu olduğunda kaçınılmaz olarak çokluk veya çoğunluk da söz konusu olmaktadır. Zira bu yönetim ister istemez halkın çoğunluğunun ‘evet’leyeceği düşünceleri, ‘evet’leyeceği kişiler eliyle uygulamasına ‘evet’ demesi olduğuna göre çoğunluksuz demokrasi düşünülemez. Her ne kadar zaman içinde azınlıkta kalanların, çoğunluğun ezici baskısı altında kalmasına bir tedbir olarak getirilen ve azınlıklara da kendilerini temsil imkanı getirmeye yönelik olarak çoğulculuk anlayışı demokrasilere girmişse de bunun geçmişi pek yakındır. İster çoğunluk, ister çoğulculuk söz konusu olsun, temelde bir toplumun, çoğunluğunun tümüne hükmetmesi anlamına gelen bir yönetim, yani demokrasi söz konusudur. istenildiği kadar azınlıkta kalanların da kendilrini temsil imkânı bulunduğundan bahsedilse de yine yöne- tim esas itibarıyle çoğunluğun tesbit ettiği doğrular ve eğriler üzerine kurulu bir düzendir demokrasilerde. Çoğunluk demokrasilerin varlık sebebidir. Varlık nedeninden mahrum kalması halinde demokrasilerden bahsedebilmek mümkün olmamaktadır.

 

Hattâ gelişen olaylar karşısında çoğunluğun diktatoryası olarak nitelenen demokrasilere çoğulculuk getirilerek makyajı tazelenmiş ve biraz daha güzel görünmesi sağlanmak istenilmiştir. Her ne yapılırsa yapılsın çoğunluğun söz konusu bulunduğu yönetim biçimlerinde çoğunluk her zaman esas unsur olarak kalmıştır. Azınlıkta kalanlara da hayat hakkı verilmeye çalışılsa dahi bu, çoğunluğun varlığına halel getirici bir tavır olmayıp, bilakis çoğunluğa ömür uzatması için yapılan bir siyasî operasyondur. Doğrular ve eğrileri insanların kendilerinin belirlemesinin su yüzüne çıkardığı çoğunluk kavramı, bu temel üzerinde bir anlam ifade edegelmiştir. Fransız ihtilâli ile dünyaya yayılmaya başlayan demokrasi beraberinde ayrılmaz unsuru çoğunluğu da taşımıştır yanında. Osmanlı Devleti’nin temsil ettiği islâmî yaşam biçimi de ken- dine güveninin yitiren müslümanların eliyle hayatın dışına itilince, ortalık tamamiyle rakipsiz olarak batının yeni yaşam biçimi olan demokrasilere kalmıştı. Marksizmin eşyanın doğasına tamamiyle ters açıklamalarının yanında ödünç alınmış bir kavram olarak demokrasiden de bahsetmesi, pek ciddiye alınmadı. Alınamazdı da. Zira toplumu ayrılmaz bir bütün (kitle) kabul eden marksizm, bu ayrılmazlığın yanında nasıl olur da ayrı ayrı düşünülen ve bir yanı çoğunlu- ğu, diğer yanı azınlığı teşkil ve temsil eden en az iki parçanın varlığını kabul edebilirdi. Mevcudiyetini sürdürürken buna asla izin vermeyen marksizm yine de bu bölünmüşlüğe dayanan demokrasiden bahsettiği içindir ki ciddiye alınmamıştı demokrasi konusundaki iddıa- sında. Eğrileri ve doğruları tesbitte insanı baz kabul eden; insan aklını, deneyim ve yaşamından çıkardığı sonuçları aziz bilme esasa dayanan demokrasi, batıda ortaçağın karanlık kilise yöneti- mine reaksion olarak şekillendi ve ortaya çıktı. Kökleri her ne kadar paganist yunan toplumun- da bulunmuş idiyse de, biçimlenip, şekillenmesi, boy-bos atması ortaçağ avrupasının uzun asırlar süren kral- kilise uygulamalarına tepki olarak doğmuştur.

 

İktidarı tanrı adına elinde bulunduran kilise, yeni tanrının kendilerine doğumlarından başlayarak verdiği krallık haklarını da krallara bırakıyorlardı (Tanrı’nın hakkı Tanrı’ya, Sezar’ın hakkı Sezar’a). iktidarda söz sahibi olabilmek ya kilise mensubu bulunmaya ya da filan kraliyet sülâlesinden gelmeye bağlı bulunduğundan, iktidar arzulayanların, ya da iktidarda söz sahibi bulunmak isteyenlerin böylesi bir düzende aslâ şansları yoktu. Burjuvazi, aristokrasinin elinde bulundurduklarını istiyor, buna sahib olabilmek için yapılması gereken herşeyi göze alıyordu. Lâkin düzen sürdüğü sürece aslâ ulaşılamıyacak bir konuma özeniyor ve konumlarında değişiklik istiyorlardı. Bu ise mümkün değildi öylesi bir düzendi. Şimdi bile Avrupa’nın birçok ülkesinde tanrının kendilerine verdiği krallık hakkını kullanma- ya devam eden kraliyet aileleri bulunmaktadır. ingiltere, isveç, Hollanda, Belçika, Danimarka gibi devletler ve bazı minik krallıklar sembolik devletler gibi varlıklarını sürdürüyorlar. Fakat bu krallıklar, ortaçağ Avrupasının krallıkları olmaktan çoktan çıkmış krallıklardır. Nasıl ki ortaçağ- da Avrupa’da herşeyi tanrının yönetimine verdiği inancına rağmen, gerçekte tanrı kerevetine çıkarılmış, baş köşeye oturtulmuş ama elinden alınan bütün yetkileri kilisenin vesayetinde kral- lara verilmiş idiyse, şimdiki krallar da ortaçağın kendilerine sağladığı ve kilise eliyle edindiği yetkilerini yeni tanrıya, demokrasi kelimesi ile ifade edilen yeni tanrıya bırakmış, köşelerine çekilmiş, harcamaları için kendilerine biraz bütçe ayrılmış ve kullarını geriden seyreden bi tanrı gibi olmuşlardır. Fransız ihtilâlinin ortaya çıkardığı yeni tanrı, ortaçağın kilise mensupları elinde oyuncak olan yeni tanrı yerine, artık kalabalıklarla ifade edilen tanrıdır. Bu kalabalıklar tanrısı artık bütün yetkilerini kendileri kullanan, temsilcilerini parlamentoya göndererek orada kendi- lerini temsil ettiren muhalif ve muvafakatı ile bütün çoğunluğu, çoğulculukla da besleyerek hayata hakim olan tanrıdır. Ki kendisinden başka tanrı tenımamaktadır, Artık hakimiyet bu tanrınındır. Hem de kayıtsız, şartsız bu tanrının.

 

Zaten hiçbir zaman gerçekten tek tanrıya teslim olmamış, O’na teslim olmayı görmemiş batı insanı, ortaçağda tanrının sandığı hakimiyeti kilise adamlarının kullandığını, ancak nice sonraları görebilmiş, öğrenebilmiştir. Tevhid dinini hiç tanımamış bu insanlar elbette ki tevhidin tanrısını da öğrenememiş, bilememişlerdir. Kilisenin tanrı adına kendilerini asırlardır aldattığını görenler gerçekte tanrının değil, tanrı adına kullandığını söyleyen ruhban sınıfının elinden hakimiyetlerini almışlar ve kendi üzerlerine geçirmişlerdir. Demokrasi teorisyenlerinin bütün açıklamaları bu hakimiyet aktarımının ifadelerinden ibarettir, J.J. Rousseau’ları, Montesşieu’ları ve diğerleriyle, yeni zamanların çoğulcu demokrasi teorisyenlerinin tümünün izahları bu hakimiyeti insanın üzerine geçirme ameliyelerinin açıklanmaya çalışılmasından başka birşey değildir. Çokluk veya çoğunluk veya çoğulculuk denildiğinde, temelinde yatan birey, yani birtek insandan bahsedildiği bilinmelidir. Bir’inde doğruları veya eğrileri tesbit yetkisi bulunmayan- ların çoğunluğunun nasıl bu yetkiye sahib olabildikleri halâ açıklanmamıştır. Yol göstereni bulunmayan insanın şaşkınlık içinde kaldığını, bilmediklerinin öğretilmemesi halinde birşey bilmez halde kaldığını her ne hikmetse düşünemeyen insan bir mürebbiyeye hep ihtiyaç duy- muştur. Bütün mes’ele bu mürebbiyenin (terbiyecinin) kim olmasi gerektiği hususudur. işte insan bu noktada hep yanlmış, bir türlü gerçek terbiyecisini bulamamış insana acıyan yaratıcısı merhameti ile ona sürekli olarak terbiye esaslarını bildiren elçileriyle yol göstermiştir. Çoğunun, çoğunluğun bu yolu kabul etmemesine, hevasına uymasına rağmen yaratıcı Allah tekrar elçiler göndermiş ve kullarına gerçekten mağfiret ediciliği göstermiştir. Kur’an bu yol göstericiliğin en son eseri olarak elimizde, önümüzdedir. Hemen her ayetinde hevasına tâbi olan insanın nasıl azgınlaştığını, kendi dengesini nasıl bozduğunu, sağlıklı bir ruh yapısına sahib olamadığını açıklayan terbiyecimiz Allah, kendini bozanın çevresini de bozduğundan defaatla söz etmekte, yeryüzünü ifsadından bahsetmektedir. Yeryüzü bir çevredir ki insanın çevresidir. insan bu çevre ile vardır. insan doğasını ancak bu doğanın sahibince bildirilen esaslara uyarak koruyabilir.

 

Korunamamış doğa, ister insan doğası olsun, ister insanın içinde yaşadığı ortam olsun insan için sağlıksız bir ortam olarak kişiliğini koruyamamanın, giderek kokmanın, kokuşmanın ortamı olacaktır. Öyle de olmuştur, görüyor ve yaşıyoruz. Yaşayarak görüyoruz bu gerçeği. Analarının karnından birşey bilmez halde çıkarılan insanların, çıkışlarını takibeden sbir süre sonra ‘külli şey’in kadîr’ bir varlık haline dönüşmesi mümkün olmazken, insanın temel yanılgısı böyle olabildiğini sanmasıdır. Bu sanıdır ki insanı azdırmakta, azgınlığı giderek kendinden çevresine, çevresinden kendine yönelmiş bozuculuğu, bozuculuğa çevirmekte ve yaşadığı dünyayı, içinde kendisi de bulunduğu halde berbâd etmektedir. insanların çoğunu bilmediğini, şükretmediğini, akletmediğini, akıllarını kullanmadığını, akıllarının ermediğini, yoldan çıkmışlığını, günah ve haram peşinde koştuklarını, insanların mallarını haksız yere yediklerini, çokluğu ve çoğunluğu ile şişirdiğin, bu yüzden kabirleri bile ziyaret ederek oradakileri de saydıklarını, mallarının ve evlatlarının çokluğu ile övündüklerini, daha çok ve daha zengin oldukları halde kendilerinden önce nice toplulukların yok edildiğini, bütün bunlardan ders almayan insanların yine pek çoğunun yoldan çıktığını âyetler sıralana- mayacak kadar çoklukta ve israrla söz etmektedir. Çokluğun ancak Allah’ı anmada, şükretmede, zikretmede, kulluk etmede işe yarayan bir şey olduğu da yine aynı Kur’an’da defaatle üzerinde durulan gerçekler olarak anılmaktadır. ‘Çoğunun kafalarının çalışmadığı’ndan söz edilen insanlar Allah’tan gelene itibar etmeyen, Rabb olarak Allah’ı tanımak istemeyen kalabalıklardır. Çalışan kafalar, kendinin farkına varan kafalar olsa gerektir. Kendinin farkına varanlar da Allah’ın farkına varırlar; Allah ile kendileri arasındaki farkı farkederler, Haddlerini bilirler ve O’na ait olan, olması gereken hakimiyeti kendi zimmetlerine geçirerek haksızlık etmezler. Haksızlık edenlerin kafaları çalışmıyor demek değil midiri Aleyhine iş yapanın kafası çalışmıyor da kimin kafası çalışıyor! ‘Onların (insanların) çoğu zandan başka birşeye uymaz. Şüphesiz zan gerçekten birşey ifade etmez’(10/36). Evet gerçekten birşeyin ifadesi bulunmayan zanna uyanlar ister çoğunluk ister azınlık olsun, gerçekten birşeyin ifadesi olmayana uyduklarına göre akletmiyorlar demek değil midiri Gerek çokluğun, gerek çoğunluğun, gerekse çoğulculuğun temelinde kendini bile bilmeyen insan ve onun zanna uyan aklı yatmakadır.

 

Bu itibarla gerçek üzerinde bulunması, buluşması hiç bir zaman mümkün olmayan insan aklı; kendini tanımadıkça öğretilmedikçe öğrenemeyen, bildirilmedikçe bilmeyen, doğru yola iletilmedikçe bu yolu bulamayan hâli ile hep şaşkın, şaşırmış kalacaktır. Menşei insan aklı olan, bu aklın yaşadığı ortamdan etkilenmişliğinin ürünü olan fikirleriyle biri diğerinden farklı yerlere varan akılların çoğunluğunun ve azınlığının olsun varacağı yer kendine ters düşen yerdir. Kendini yadsıyan yerdir. insanı kendinden uzaklaştıran, kendinin farkına varmasını engelleyen yolda kullanılan akıl, insanoğlu var oldu olalı kendi başına doğru yolu bulamamış, o yola ulaşamamıştır.

 

illâ ki Rabbi Allah insana bu doğru göstermiş bulunsun “Ne yapacağı bilmez halde bulup da yol göstermedi mii” (93/7). insan, kendine gösterilen yolu bile koruyamazken, bu yoldan ayrılmamayı bile beceremezken, kendisinin müstakillen doğru yol bulmasını ondan beklemek, olmayacak şey beklemektir. Zaten kendi de, kendi bulduğu yoldan da memnun olmamış, olamamıştır. Özetle demek istiyoruz ki aklı tanrı edinen insan bu tanrısından razı değildir. Aklın tanrı olduğu demokrasiler, insanların kendilerine gelmelerini önleyen bir uyuşmuşlukla, kendilerini gelmelerini de engellemektedir. Afyonun insanı uyuşturduğu gibi insanları uyuşturan demokrasiler onlar için yalnız ekonomik insan, seksolojik insan tanımı getirebilmekte, insanı bir türlü bu yönleri de bulunan ama, aslâ bunlardan ibaret bulunmayan bir varlık olduğunu göre- bilmesine imkan bırakmamaktadır. Ve demokrasiler insanları; insan olmaktan, insanlıklarının farkına varmaktan alıkoyan insanların önünde aşılması güç bir büyük engel olarak durmak- tadır.

Bu engeli aşamayan insanın, insanlığının farkına varabılmesi mümkün değildir. Çokluğu da, çoğunluğu da, çoğulculuğu da demokrasi içindeki birer cüz olarak görmek insanı şaşkına çevirdiği demokrasi bütününe güvenmemesi için yaşamının sağlamasını yapmakla varacağı nokta insana, kendinin farkına varmasına yardımcı olacaktır. Teslim olmadan yapamadığı görülen insanın, teslim olmaması değil, kime ve neye teslim olacağı ile ilgili tercih- leri söz konusudur. insan kendı hevasına mı, başkalarının(çoğunluğun) hevasına mı, yoksa Allah’a mı teslim olmalıdır sorusuna verilecek isabetli cevab insanın önünü açacaktır. Açılan ufku insanın bütünü görmesini, kendinin farkına varmasını sağlayacaktır. Önü açılan insanın görebildiği bütün karşısında yapacağı seçim elbette daha isabetli olacaktır. Hayat, ona hayat verene teslim olmakla, O’na teslim olmakla anlamlanacaktır. Teslim olamadan yapamayan insan, en güvenilire teslim olmakla ancak tatmin olabilir.

Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol