UN-PARADIS - KUDSI HADISLER
  TAVSIYE SITELER
  GUNES
  POPULER PROGRAMLAR
  => Ziyaretşi defteri
  => MODERN BTP 58
  => YEMEK TARIFLERI
  => VIDEOLAR
  => DINI SIYASETE ALET ETMEK
  => ALLAHTAN BASKASINI RAB EDINMEK
  => AYDINLARIMIZ AYDINMI
  => KUDSI HADISLER
  => ARACILIK MESELESI
  => RIYASET-BASKANLIK
  => ALLAH KAMUSAL ALANINDA RABBIDIR
  => HAKIMIYET
  => RECM CEZASI KURANI DEGILDIR
  => HUKUM KOYMADA SIRK
  => DOGRU DUSUNME YONTEMI
  => AKIL
  => DENGELI FIKRI BESLENME
  => ALLAHIN YARDIMI
  => ASSAGILIK DUYGUSU
  => AYDINLANMA
  => BAGIMSIZLIK
  => BASIRET
  => BILGI
  => BIRLESMEK VE INANMAK
  => BIRLESMEK
  => COKLUK-COGUNLUK-COGULCULUK
  => DUSUNDURUCU RESIMLER
  => SIIRLER
  => AYET RESIMLERI
  => HAYVAN ISIMLERI
  Amerika
  Saklı sayfalar
  INTERNETTE VERI HIRSIZLIGI
  HAMAS YONETIMI IS BASINDA
  Haberler
  galeriz
  STENIZE BUTON OLUSTURUN
  HTLM KOD DEPOSU
  ILGINC SORULAR
  ERCUMENT OZKAN VIDEOLARI
  Yeni sayfanın başlığı
  SIVAS
  MESAJLARINIZ
  FRANSIZCA HARFLERIN OKUNUSU VIDEO
KUDSI HADISLER






Sünnet'in vahiy ürünü olup olmadığı konusundaki tartışmalarla yakından ilgili bir başka konu da "Kudsî Hadisler" meselesidir. İlahî Hadisler veya Rabbânî Hadisler de denilen bu hadis türü hakkında kapsamlı bir araştırma yapılmış değildir. Bu bakımdan hadislerin Kudsî olan ve olmayan şeklinde tasnifi görüşünün ilk defa ne zaman ve kimin tarafından ortaya atıldığı ve "Kudsî Hadis" kavramının ne gibi bir tarihi gelişim süreci izlediği sorularına tatminkâr cevaplar vermek zordur. Ancak sadece bir fikir verebilmek için bazı hususları hatırlatmak da faydadan hali olmayacaktır. Dikkati çeken husus Kudsî Hadisler konusunun genelde muahhar sayılabilecek birtakım kaynaklarda ele alınmış olması;(55) ilk dönem kaynaklarında bu konuya hemen hiç temas edilmemesidir. Hatta Kudsî Hadislere dair yapılan derleme çalışmalarında başvurulan hadislerin büyük bir kısmının "Kütüb-i Sitte"den alındığı, ancak bu eserlerin müelliflerinin bu hadisleri Kudsî Hadisler şeklinde nitelendirdiklerini gösteren herhangi bir açıklamaya rastlanmadığı göze çarpmaktadır. Bu ise, Kütüb-i Sitte müelliflerinin zihinlerinde "Kudsî Hadisler" kavramının bulunmadığını gösteren bir ipucu olarak değerlendirilebilir. Hatta Hadis Usûlüne dair yazılmış eserlerde -özellikle klasik olanlarında- dahi bu konunun yeterince ele alınmamış veya tamamen sükûtla geçiştirilmiş olması da oldukça manidardır. Bütün bu hususları aslında, "Kudsî Hadis" kavramı ortaya çıkmadan önce, Hz. Peygamberin bazı sözleri Allah'a izafe ettiğine dâir rivayetler ile kendi sözleri arasında herhangi bir fark görülmediği şeklinde yorumlamak mümkündür. Şurası muhakkaktır ki, "Kudsî Hadis" kavramının vahy-i metluv ve vahy-i gayr-i metluv ayrımıyla yakın bir ilgisi bulunmaktadır. Diğer bir ifade ile "Kudsî Hadis" kavramı, Sünnet'i vahiy ürünü olduğu görüşünün bir uzantısı olarak ortaya çıkmış olmalıdır. ; "Kudsî Hadis" kavramının özellikle Sünnet'in de vahiy ürünü olduğu görüşünü benimseyen ilim çevrelerince ele alınıp geliştirildiği kuşkusuzdur. Bu görüşte olanlar "Kudsî Hadis" kavramını temellendirmek ve onu vahiy olgusu içersinde bir yere oturtmak amacıyla vahiy türleri konusunda birtakım sınıflandırmalara da gitmişlerdir. Konunun daha iyi anlaşılması için önce bu husus üzerinde durmakta yarar yardır. "Kudsî Hadis" kavramını kabul edenler, vahyi şu şekilde üçe ayırmaktadırlar: l- Vahyin en üstün derecesidir ki, bu "Kur'an"dır. Bu vahyin özellikleri "mu'ciz" olması, tahrif ve değişiklikten korunmuş olması, ona abdestsiz dokunmanın ve cünüp olan tarafından okunmasının, mânâ ile rivayet edilmesinin, haram olması; namazda okunması, "Kur'an" adı verilmesi, her harfinin okunmasına on sevap verilmesi; -Ahmed b. Hanbel'den bir rivayete göre- satımının haram olması, bölüm veya cümlelerine âyet veya sûre adı verilmesi gibi hususlardır. Diğer Mukaddes Kitaplar ile Kudsî Hadislerde bu özellik yoktur. Bunlara abdestsiz veya cünüp dokunmak, onları okumak, mânâ ile rivayet etmek caizdir. Namazda okunması kıraat yerine geçmez, hatta namazı geçersiz kılar. Bunlara "Kur'an" adı verilmez, okuyana da her harfi karşılığında on sevap verilmez; satımı yasak değildir, bölüm veya cümlelerine âyet veya sûre adı verilmez. 2- Peygamberlerin, tahrif edilmeden önceki Mukaddes Kitapları. 3- Geriye kalan ise Kudsî Hadislerdir. Bunları Hz. Peygamber Allah'a (c.c.) nisbet etmekle birlikte, isnad açısından Âhâd haberlerdendir. Bu tür (Kudsî) hadisler Allah'ın kelamıdır ve -çoğunlukla- O'na izafe edilmiştir. Bu durum da O'na izafe edilmesi "konuşma veya söz'ün O'na ait olması" açısındandır, zira ilk olarak bu sözleri söylemiş olan O'dur. Bu hadisler bazen Hz.Peygamber'e de izafe edilir; çünkü Allah'tan bu sözü alıp nakleden odur. Kur'an ise böyle olmayıp, Allah'tan başkasına izafe edilmez. Kudsî Hadisler dışındaki Hadislere gelince, bunların da hepsi vahiy ürünü müdür, değil midir? Bu hususta ihtilaf edilmiştir. "O hevasından konuşmamaktadır" (53, en-Necm, 4) âyeti birinci görüşü doğrulamaktadır. Bu sebeple Hz. Peygamber "İyi bilin ki, bana Kur'an ile birlikte bir de onun eşi, dengi, misli verildi." buyurmuştur. Kudsî Hadislerin belli bir vahyediliş biçimi yoktur. Vahiy yollarından herhangi biriyle gelebilir, mesela rü'yada, kalbine ilkâ edilmekle, meleğin getirmesiyle olabilir." (56) Bu ayrımın doğru olup olmadığını tartışmaya geçmeden önce, bu ayrımı temellendirmek için öne sürülen gerekçelere de kısaca bir göz atmak gerekir. Kur'an'ı Kur'an yapan özellikler arasında onun, benzerini insanların meydana getiremeyeceğini ve tahrif edilmesinin sözkonusu olamayacağını zikretmekle isabet edilmektedir; zira bu özellikler Kur'an'ın bizzat kendisinden kaynaklanan özelliklerdir. Fakat ona abdestsiz ve cünüp olarak dokunulmamasını, her harfinin okunmasına karşılık on sevap verilmesini, satımının haram kılınmasını, namazlarda okunması vb. hususları, Kur'an'ı diğer vahiylerden ayıran birer özellik olarak takdim etmek anlaşılır gibi değildir. Herşeyden önce bu zikredilenler dinin kesin gerçeklerinden değildir. Çünkü Kur'an'a abdestsiz dokunulabileceğini, okunabileceğini söyleyen Sahabîler ve İslam âlimleri; yine mushaf alım-satımının caiz olduğunu söyleyen İslam âlimleri de vardır. Hele günümüzde mushaf alım-satımının haram olduğunu söylemek kadar abes birşey olamaz, nerede kaldı ki bu husus Kur'an'ın ayırıcı bir özelliği olsun, öte yandan 'Tahiyyat", "Subhaneke", "Kunut" gibi hadislerle sabit olan duaları da namazlarda -Kur'an olmadıkları halde- okumaktayız. Bu hususlan -İbn Hacer el-Heytemî gibi bir İslam âliminden naklen- el-Kasımî gibi bir çağdaş İslam âliminin kendi eserine aldığını görmek, inanılır gibi değildir. Burada Sünnet'in tamamının vahiy ürünü olduğunu savunan görüşün, Kudsî Hadisler konusuyla ilgili olarak karşı karşıya bulundukları bir probleme de işaret etmeliyiz. Çünkü bu görüşte olanların Kudsî Hadis meselesini izah etmeleri hayli güç görünmektedir. Zira yaygın olarak, Kur'an ile Kudsî Hadis arasındaki farkın şu şekilde formüle edildiğini biliyoruz: Kur'an'ın hem lafzı hem mânâsı açık bir vahiy ile Allah'tandır; Kudsî Hadisler'in mânâsı ilham veya rüya yoluyla Allah'tan gelir; lafzı ise Hz. Peygamber'e aittir. (57) Kur'an ile Kudsî Hadis arasındaki farkın diğer bir formüle ediliş şekli de şudur; Kur'an'ın lafzı mu'cizdir (benzeri meydana getirilemez); Cebrail aracılığıyla indirilmiştir; Kudsî Hadis ise mu'ciz değildir ve vasıtasız vahyedilmişlir. (58) et-Tîbi’den (ö. 743/1342) ise bu konuda şu formül nakledilmiştir: Kur'an, Cebrail'in Hz. Peygamber'e indirdiği mu'ciz lafızlardır; Kudsî Hadislerin ise Allah mânâsını ilham veya rüya yoluyla Hz. Peygamber'e bildirir, Hz. Peygamber de bu mânâları kendi cümleleriyle ümmetine aktarır. Onun (s.a.v.) diğer hadisleri ise Allah'a izafe edilmediği gibi, O'ndan (c.c.) rivayet de edilmiş değildir. (59) Birinci formülü ele alalım; Kudsî Hadisler'in mânâsının Allah'tan, lafzının ise Hz. Peygamber'den olduğunu söylemektedir. Ancak bu özellikle Sünnet'in tamamının vahiy ürünü olduğu görüşünü bir çıkmaza sokmaktadır. Zira bu görüşe göre zaten bütün Hadislerin manası vahiy ürünü, lafızları ise Hz. Peygamber'e ait olduğu için normal hadislerle Kudsî Hadisler arasında bir fark bulunmamakta, dolayısıyla hadisleri Kudsî olan ve olmayan şeklinde ayırmak -bu görüşe göre- anlamsız olmaktadır. Nitekim bu anlamsızlığın farkında olanların bulunduğunu da görmekteyiz. el-Kirmanî (ö. 786/1384) "Şayet 'Hadislerin hepsi böyle (mânâsı Allah'tan, lafzı Hz. Peygamberden)dir.' nasıl öyle olmasın ki: "O asla heva ve hevesinden konuşmamaktadır" dersen, cevabım şu olur; fark şudur; Kudsî Hadis Allah'a izafe edilir ve O'ndan rivayet edilir; diğer Hadisler ise böyle değildir." (60) sözleriyle, normal hadislerle Kudsî Hadisler arasındaki farkı izah etmenin zorluğunun farkındadır. Zira açıkça ortadadır ki, her iki türün de mânâsı Allah'tan ise, bunlardan birini Allah'tan rivayet edip diğerini rivayet etmemek elbette bir "fark" sayılmaz. Çünkü Kudsî Hadisler dışındaki hadislerin de -mânâsı Allah'tan olduğu için- Allah'a izafe edilerek nakledilmemesi için hiçbir sebep yoktur. Kudsî Hadis'i normal hadislerden ayırmak için öne sürülen bu kriterin tatminkâr olmadığı gayet açık görüldüğü içindir ki, bir de şu gerekçenin ileri sürülmesi lüzumu hissedilmiştir: Kudsî Hadisleri diğerlerinden ayıran fark, onun Allah'ın zâtının ve cemal-celal sıfatlarının tenzihi konularıyla ilgili olmasıdır.(61) Bu gerekçenin öncekinden daha zayıf bir gerekçe olduğunu söylemeye gerek yoktur. Zira Kudsî Hadisler dışında da Allah'ın tenzihine dair pekçok hadis bulunmaktadır. Dolayısıyla sadece ele aldığı konulara bakarak Kudsî Hadisleri ayrı bir hadis türü kabul etmek mümkün değildir. Kudsî Hadisleri diğer hadislerden ayırdedici objektif bir kriter bulmak -özellikle Sünnet'i vahiy ürünü kabul eden görüşe göre- o kadar zor olmalı ki, -şayet rivayet doğru ise- ez-Zuhrî (0.124/741) gibi bazı İslâm âlimleri, son derece basit hususları dahi gerekçe olarak ileri sürmek durumunda kalmışlar ve şöyle demişlerdir: Vahiy Allah'ın Peygamberlerinden birine vahyettiği, kalbine yerleştirdiği, Peygamber'in onu okuyup yazdırdığı şeydir. Vahyin bir de Peygamber'in [ibadet kastıyla] okumadığı, kimseye yazdırmadığı, yazılmasını emretmediği, sadece insanlara anlattığı, Allah'ın onu insanlara açıklamasını kendisine emrettiğini ifade etliği şekli vardır. (62) ez-Zuhrî'nin bu rivayete göre öne sürdüğü gerekçelerin de tatminkâr olmaktan çok uzak olduğunda şüphe yoktur. Zira bir vahyin okunup okunmaması, yazılıp yazdırtılması veya aksi, vahiy olgusunun özüyle ilgili bir fark değildir. Hatta bu sayılanları "fark" olarak dahi öne sürmek doğru değildir. Aslında bütün bunlar Sünnet'in tamamının vahiy ürünü olduğu görüşünden kaynaklanan birtakım güçlüklerdir. Yoksa Sünnet'in tamamının değil, sadece bir kısmının vahiy ürünü olabileceğini kabul eden görüş açısından, Kur'an ile Kudsî Hadis farkını izah etmek o kadar zor değildir. Zira bu görüşe göre Kur'an'ın hem mânâsının hem de lafzının Allah'tan; Kudsî Hadislerin ise sadece mânâsının ilham yoluyla Allah'tan, cümlelerin ise Hz. Peygamber'den olduğu şeklindeki bir izah tutarlı olacaktır. Çünkü bu takdirde Kudsî Hadislerin dışındaki hadislerin de hem mânâ hem de lafız olarak Hz. Peygamber'e ait olduğu ileri sürülebilecek ve herhangi bir çelişki sözkonusu olmayacaktır. Görüldüğü gibi, mutlaka Kudsî Hadisler diye bir hadis türünün varlığından sözetmek ve bu hususta tutarlı olmak isteniyorsa, Sünnet'in tamamının vahiy ürünü olduğu görüşünden vazgeçmekten ve Sünnetlerin sadece pek az bir kısmının ilham ürünü olabileceğini, çoğunluğunun ise Hz. Peygamber'in Kur'an'a dayalı yorum ve uygulamaları olduğunu kabul etmekten başka bir yol bulunmamaktadır. Ancak Kudsî Hadisler konusunda yazılanlara bakıldığında, şimdiye kadar, geçmişte söylenilenleri tekrarlamakla yetinildiği görülmektedir. Ne var ki bu konuda bugüne kadar sorulmamış olan şu soruyu da gündeme getirmek ve ona cevap aramak gerektiği inancındayız: Acaba Kudsî Hadisleri mutlaka vahiy ürünü olarak izah etmek zorunlu mudur? Yoksa başka bir şekilde açıklanabilir mi? Biz bu sorulardan birincisine "hayır", ikincisine de "evet" cevabı veriyor ve diyoruz ki: Kudsî Hadislerin ele aldığı konuların genelde ahlakî konular olduğu söylenebilir. Bu tür hadislerde ele alınan konuların ilke veya mânâ olarak Kur'an'da da yer aldığı; bir anlamda Kudsî Hadislerin Kur'an'daki bu mânâların açılımı olduğu düşünülebilir. Bir örnek vermek gerekirse, et-Tirmizi’nin rivayet ettiği şu Kudsî Hadisi zikredebiliriz: Hz. Peygamber dedi ki: Allah buyuruyor ki, "Ben, kulum beni nasıl bilirse öyleyim ve dua ettiğinde ben onun yanında olurum." (63) Bu Kudsî Hadis aslında "(Ey Rasûlüm) kullarım sana beni sorarlarsa (bilsinler ki) ben kuşkusuz onlara yakınım. Benden isteyen olursa, isteyenin duasını kabul ederim." (2, el-Bakara, 186) âyeti ile yakın bir benzerlik göstermektedir. Yine şu Kudsî Hadis de örnek verilebilir: Allah buyurur ki: Ben, kulum beni nasıl bilirse öyleyim, beni andığında ben de onunla olurum. Beni kendi kendine anarsa, ben de onu öyle anarım. Şayet beni bir topluluk içinde anarsa, ben de onu daha hayırlı bir topluluk içinde anarım. Bana bir karış yaklaşırsa ben ona bir kol, bana bir kol boyu yaklaşırsa ben ona bir kulaç yaklaşırım. Bana yürüyerek gelirse ben ona koşarak gelirim. Bu hadis de şu âyetlerle açık bir anlam yakınlığı içinde görünmektedir: Artık Beni anın ki, ben de sizi anayım. Bana şükredin, nankörlük etmeyin (2, el-Bakara, 152); Rabbini gönülden ve korkarak, içinden hafif bir sesle sabah akşam an, gafillerden olma. (7, el-A'raf, 205); Hac ibadetinizi bitirdiğinizde atalarınızı andığınız gibi, hattâ ondan da güçlü bir şekilde Allah'ı anın. (2, el-Bakara, 200). Görüldüğü gibi birtakım Kudsî Hadislerle, bazı âyetler arasında yakın bir anlam benzerliği bulunmaktadır. Bu durumda Hz. Peygamber'in Kur'an'dan aldığı ilhamla bu âyetleri, farklı bir şekilde, kendi ifadeleriyle sunmuş olabileceği -en azından bir ihtimal olarak- düşünülebilir. Burada sözkonusu edilenin bir ihtimal veya varsayım olduğunu, bu görüşün incelenmesi gerektiğini, yoksa bu görüşün mutlaka doğru olduğu iddiasında bulunulmadığını da belirtelim. Bu görüş karşısında takınılması gereken tavır, hemen red cihetine gitmekten ziyade, bu fikrin doğru olup olamayacağını araştırmak olmalıdır. Bu fikrin doğru olup olamayacağını belirlemenin en emin yolu ise, Kudsî Hadislerle Kur'an'ın kapsamlı ve titiz bir mukayesesine girişmektir. Kudsî Hadislerle ilgili olarak üzerinde düşünülmesi gereken diğer bir varsayım da şu olabilir. Hadis ilmi açısından Kudsî Hadislerle diğer hadisler arasında herhangi bir fark yoktur. Zira her iki türe dahil hadisler de birtakım raviler aracılığıyla, yani isnad ile bize ulaşmaktadır. Yine her iki tür hadisler içersinde sahih olanların yanında Hasen, Zayıf veya Mevzu (uydurma) olanlar bulunmaktadır. Kudsî Hadisler de diğerleri gibi raviler aracılığıyla nakledildikleri için, hadislerin rivayeti esnasında görülen ve ravilerin beşer olma özelliklerinden kaynaklanan birtakım hatâların, Kudsî Hadisler için de sözkonusu olacağı muhakkaktır. Bu duruma önce Kudsî olmayan hadislerden örnek verecek olursak, bazen bir sözün aynı anda hem Sahabe sözü, hem de Peygamber sözü olarak kaynaklarda yer aldığını gösterebiliriz. Meselâ, "Bu Kur'an Allah'ın sofrasıdır; bu sofradan alabildiğinizi almaya çalışın..." sözü, Abdurrazzak ve ed-Dârîmî tarafından Abdullah b. Mes'ûd'un sözü olarak nakledilirken, (65) el-; Hâkim tarafından Hz. Peygamber'in sözü olarak rivayet edilmiştir. (66) Yine "Allah vahyedeceği şeyi söylediği zaman melekler zincir şakırtısına benzer bir ses işitirler." mealindeki bir hadisin hem Abdullah b. Mes'ûd'un, hem de Hz. Peygamber'in sözü olarak rivayet edildiği görülmektedir. (67) Araştırıldığı takdirde bu örneklerin sayısının daha da artacağı kuşkusuzdur. Ancak bizim amacımız sadece hadislerle ilgili bir probleme dikkat çekmek olduğundan, verilen örnekler bizce yeterlidir. Bu hususun ayrı bir araştırma konusu olduğunda ise kuşku yoktur. İşte normal hadisler için sözkonusu olan bu durum, Kudsî Hadisler için de aynen geçerli olabilir. Yani, Hz. Peygamber'in bir sözü, bilahare ravilerin hataları sonucu Kudsî bir hadis halinde rivayet edilebilir ve bu şekilde kaynaklara geçmiş olabilir. Elbette bu bir varsayımdır ve kesin değildir. Ancak bu konu üzerinde bizi düşünmeye sevkedecek bazı örnekler de yok değildir. Nitekim Müslim'in rivayet ettiği: Her kim bir iyilik yapmaya niyet eder de yapmazsa Allah ona bir sevap yazar. Niyet eder de aynı zamanda yaparsa, Allah ona on ile yediyüz arasında sevap yazar. Kim de bir kötülük yapmaya niyet eder, sonra onu yapmaktan vazgeçerse Allah ona bir sevap yazar. Niyet eder de yaparsa, bu takdirde bir kötülük yazar. (68) mealindeki Kudsî Hadis ile, bundan bir önceki; Kim bir iyilik yapmaya niyetlenir de yapmazsa ona bir sevap yazılır. Kim bir iyilik yapmaya niyetlenir de o iyiliği yaparsa, o zaman ona on ile yediyüz arasında sevap yazılır. Kim bir kötülük işlemeye niyet eder, ama onu yapmazsa, ona kötülük yazılmaz, şayet yaparsa bir kötülük yazılır. (69) mealindeki normal hadis birbirinin aynısıdır. Bu hadislerden ilkini Hz. Peygamber Rabbinin sözü olarak nakletmekte; ikinci rivayette ise aynı sözler Hz. Peygamberin kendi sözü olarak rivayet edilmektedir. Hatta Ahmed b. Hanbel'in Musned'inde bu rivayet,(70) hem (Rasûlullah buyurdu ki...) şeklinde Hz. Peygamber'e izafe edilmiş, fakat ardından (Kulum bir iyilik yapmaya niyetlendiği takdirde...)" şeklindeki Kudsî bir hadis, Hz. Peygamber'in sözü gibi nakledilmiş ve ortaya Hz. Peygamber'in sözü mü yoksa Kudsî Hadis mi olduğu belli olmayan garip bir hadis şekli çıkmıştır. Sadece bu örnek dahi, yukarıda normal hadisler için sözkonusu ettiğimiz problemin, aynen Kudsî Hadisler için de geçerli olduğunu göstermeye yeterlidir. Tabiatıyla burada verilen örneklere bakarak, Hz. Peygamber'in sözü gibi görünen rivayetlerin, aslında Kudsî Hadis olması gerektiği de söylenebilir ve bu da bir ihtimaldir. Ancak unutulmaması gereken şudur ki; Kudsî Hadislerin aslında Hz. Peygamber'in sözü olabileceği ihtimali ile Hz. Peygamber'in kendi sözü gibi görünen bazı rivayetlerin aslında Kudsî Hadis olabileceği ihtimali aynı oranda sözkonusudur. Dolayısıyla her iki ihtimali de aynı oranda değerlendirmek icabeder. Ancak bu hiçbir surette, Kudsî Hadislerin aslında Hz. Peygamber'in sözü olabileceği ihtimalini ortadan kaldırmaz. Kudsî Hadislerle ilgili olarak üzerinde durulması gereken son bir ihtimal daha vadır. O da, bazı Kudsî Hadislerin aslında, geçmiş kutsal kitaplardan alınmış olabileceği ihtimalidir. Zira bilinen bir gerçektir ki, başta Yahudi ve Hristiyan kültürü olmak üzere, birçok kültüre ait unsurlar, çeşitli sebeplerle İslam kültürüne sızmış ve zaman zaman "Hadis" olarak ortaya çıkmıştır. Hadis ilminde bu tür rivayetlere genel olarak "İsrâiliyyât-Mesîhiyyât" adı verilmektedir. Özellikle Yahudi ve Hıristiyanlar'dan müslümanlar olanlar, eski inanç ve kültürlerinden kopmayarak -kasıtlı ya da kasıtsız- bunları İslam toplumuna da taşımışlar ve zaman içersinde bu bilgiler İslam kültürüne büyük ölçüde nüfuz etmiştir. İslam kültürüne dışarıdan sokulan bu bilgilerin pekçoğu, açıkça ve doğrudan değil, birer "Hadis" şeklinde sokulmuştur. "İsrâiliyyât-Mesihiyyât" rivayetleri olarak adlandırılan bu İslam dışı unsurlar, İslam toplumunun bünyesini o derece sarmıştır ki, İslam âlimleri ve özellikle Hadisçiler bu durumu ciddî bir tehlike olarak görmüşler ve bunların içyüzünü ortaya koymak için büyük çabalar harcamışlardır. Ancak harcanan bunca çabalara rağmen bu rivayetlerin pekçoğu, Hadis, Tefsir, Tarih ve Ahlâk-Mev'ıza alanlarında yazılan birçok eserde kalabilmiş ve varlıklarını bugüne kadar devam ettirebilmişdir. (71) İşte birer hadis olarak İslam kültürüne sızmış olan bu İslam dışı kültür unsurlarının bazılarının "Kudsî Hadis" şekline girmiş olması da bizce ihtimal dahilinde görünmektedir. Ancak bunun gözardı edilemeyecek kadar ciddî bir ihtimal olduğunu da hemen ilave etmek gerekir. Zira bu ihtimalin ciddîyetini gösteren birtakım örnekler sözkonusudur. Önce bu örnekleri görelim: Müslim'in rivayet ettiği bir hadiste şöyle denmektedir: Allah Rasûlü (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Allah (c.c.) kıyamet günü şöyle der: - Ey Ademoğlu, ben hasta oldum beni ziyaret etmedin. - Ey Rabbim, sen âlemlerin Rabbi'sin; Sen'i nasıl ziyaret edebilirim ki? - Unuttun mu benim falan kulum hastalanmıştı da onu ziyaret etmemiştin. Şayet onu ziyaret etseydin, beni de onun yanında bulacağını düşünmedin mi? - Ey Ademoğlu senden bana yiyecek vermeni istedim, vermedin. -Ey Rabbim, Sen alemlerin Rabbi'sin; Sana nasıl yiyecek ikram edebilirim ki? - Unuttun mu benim falan kulum senden yiyecek istemişti sen de vermemiştin? Şayet ona yemek verseydin, bu iyiliğini benim katımda bulurdun. - Ey Ademoğlu senden su istedim, vermedin. - Ey Rabbim, Sen alemlerin Rabbi'sin, sana nasıl su verebilirim ki? -Benim falan kulum senden su istemişti de, sen vermemiştin. Şayet sen ona su verseydin, bu iyiliği benim katımda bulurdun. (72) Bu Kudsî Hadisi şimdi İncil'deki şu ifadelerle karşılaştıralım: . [ O zaman Kral, sağındakilere diyecektir: Ey sizler, Babamın mübarekleri, gelin, dünya kurulduğundan beri sizin için hazırlanmış olan melekûtu miras alın. Zira aç idim, bana yiyecek verdiniz; susamıştım, bana içecek verdiniz; yabancı idim, beni içeri aldınız; çıplak idim, beni giydirdiniz; hasta idim beni aradınız; zindanda idim, yanıma geldiniz. O zaman salihler ona cevap verip diyecekler: Ya Rab, biz seni ne zaman aç görüp yedirdik veya susamış görüp içirdik? Ve ne zaman seni yabancı görüp içeri aldık veya çıplak görüp giydirdik? Ve ne zaman seni hasta veya zindanda görüp yanına geldik? Kral cevap verip onlara diyecek: Doğrusu size derim: Madem ki bu kardeşlerimden, şu en küçüklerinden birine [bu iyilikleri] yaptınız, bana yapmış oldunuz. O zaman solundakilere de diyecek: Ey lanetliler, benim yanımdan İblis ile onun meleklerine hazırlanmış olan ebedî ateşe girin. Çünkü aç idim, bana yiyecek vermediniz; susamıştım, bana içecek vermediniz; yabancı idim, beni içeri almadınız; çıplak idim beni giydirmediniz; hasta ve zindanda idim, beni aramadınız. O zaman onlar da cevap verip diyecekler: Ya Rab, seni ne vakit aç veya susamış yahut yabancı veya çıplak, yahut hasta veya zindanda gördük de, sana hizmet etmedik? O zaman onlara cevap verip diyecek: Doğrusu size derim: Madem ki bu en küçüklerden birine [bu iyilikleri] yapmadınız, bana da yapmamış oldunuz. Ve bunlar ebedî azaba, fakat salihler ebedî hayata gideceklerdir. (73) Müslim'de yer alan yukarıdaki Kudsî Hadis ile İncil'deki ifadeler arasındaki benzerlik tartışmaya gerek kalmayacak kadar açıktır. Kudsî Hadislerle Tevrat ve İncil arasındaki ilişki başka rivayetlerde de açık bir şekilde görülmektedir: Meselâ, Buhari es-Sahih'inde şu hadisi nakletmektedir: Her kim rızkının genişlemesini ve ömrünün uzamasını arzu ediyorsa akrabalarını ziyaret etsin. (74) Ahmed b. Hanbel de el-Musnedinde benzer bir rivayeti nakletmektedir: Her kim ömrünün uzamasını ve rızkının artmasını arzu ediyorsa, ana-babasına iyilik etsin, akrabalarını ziyaret etsin. (75) el-Hâkim en-Neysâburi’nin el-Mustedrek'inden da benzer bir rivayet nakledelim: Kim Allah'ın kendisinin ömrünü uzatmasını, rızkını genişletmesini ve kötü ölüm'ü kendisinden uzaklaştırmasını arzu ediyorsa, Allah'tan sakınsın ve akrabalarını ziyaret etsin. (76) Bu hadisler ile Kitab-ı Mukaddes'in şu ifadeleri arasında yakın bir benzerlik olduğu görülmektedir: Babana anana hürmet et, tâ ki Allah'ın Rabbin sana vermekte olduğu toprakta ömrün uzun olsun. (77) Allah'ın sana emrettiği gibi babana ve anana hürmet et; ta ki ömrün uzun olsun ve Allah'ın Rabbin sana vermekte olduğu toprakta sana iyilik olsun. (78) Yukarıdaki hadislerle Kitab-ı Mukaddes'teki ilgili ifadelerin "Kudsî Hadisler" konusuyla ne gibi bir ilgisinin bulunduğu sorulabilir. Aslında verilen hadisler görünürde Kudsî Hadislerden değildir. Ancak kaynakların titiz bir şekilde taranması, durumun gerçekte böyle olmadığını ve bu hadislerin Kitab-ı Mukaddes'ten alındığını açıkça ortaya koymaktadır. Bu hadislerin aslının Tevrat'tan alınma ifadeler olduğunu bizzat Hz. Peygamber'in açıkça ifade ettiğini gördüğümüz aşağıdaki rivayet hayli ilgi çekicidir: İbn Abbas Hz. Peygamber (s.a.v.)'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: 'Tevratta: "Her kim hayatının uzun olmasını, rızkının artmasını arzu ediyorsa akrabalarını ziyaret etsin" diye yazılıdır. (79) Bu son rivayet daha önce zikrettiğimiz hadislerin Hz. Peygamber'in kendi sözü olmadığı, aksine, Hz. Peygamberin, hakkında bilgi sahibi bulunduğu Tevrat'ın bu ifadelerini, vahiy olması itibariyle "Kudsî Hadis" olarak sunduğu şeklinde yorumlanabilir. Bu durum, "Kudsî Hadisler" ile "Kitâb-ı Mukaddes" arasındaki ilişkinin sadece bir ihtimal olmadığını, bilakis rivayetlerin sahih olduğu varsayılacak olduğu takdirde, bu ilişkinin belli bir gerçekliği bulunduğunu göstermektedir. Bir başka örnek de şudur: ed-Deylemî, Hz. Peygamber'den onun şöyle dediğini nakletmektedir: "İncil'de şöyle yazılmıştır: "Ne yaparsan onu bulursun, hangi ölçekle ölçersen o ölçekle alırsın, (ne edersen kendine edersin, ne ekersen onu biçersin.)" Bu rivayet de "Kudsî Hadisler" ile İncil'in ilişkisi bulunduğunu göstermektedir. Nitekim İncil'de bu rivayete uygun olan şu ifadeler yer almaktadır: Verin, size de verilecektir, sizin kucağınıza, güzelce basılmış ve silkelenmiş, taşkın, iyi ölçekle verilecektir, zira hangi ölçekle ölçerseniz, o ölçekle size ölçülecektir. (81) Hükmetmeyin ki, hükmolunmayasınız Çünkü ne hükümle hükmederseniz, onunla hükmolunacaksınız; ölçtüğünüz ölçü ile size de ölçülecektir. (82) Yukarıdaki rivayet, Hz. Peygamber'in İncil'de yer alan bazı ifadeleri de, vahiy olması sebebiyle, "Kudsî Hadis" olarak sunmuş olabileceğini göstermektedir. Mamafih Kudsî Hadisler ile Kitab-ı Mukaddes arasındaki ilişkiyi gösteren bu rivayetlerin aslının bulunmadığı, ve muhtemelen uydurma (mevzu) olduğu da ileri sürülebilir. Ancak bu tür bir iddia, yine de söz konusu ilişkiyi tamamen ortadan kaldırmaya yetecek nitelikte değildir. Zira bu hadislerin uydurma olarak kabul edilmesi dahi, bu hadisleri uydurduğu farzedilenlerin ve bu hadisleri eserlerine alan İslam âlimlerinin zihinlerinde böyle bir ilişkinin varlığını ortaya koymaktadır. Bizce önemli olan, şu veya bu şekilde, Kudsî Hadislerle Kitâb-ı Mukaddes -veya varsa diğer kaynaklar- arasında sözkonusu olan bir ilişkidir. Bu ilişkinin daha açık ve kesin olarak ortaya çıkabilmesi elbette Kudsi Hadislerle Kitab-ı Mukaddes vb. dinî metinlerin titiz ve kapsamlı bir mukayesesine bağlıdır. (83) Ancak buraya kadar verdiğimiz örnekler, en azından, Kudsî Hadisler konusundaki klasik anlayışın sanıldığı kadar doğru olmadığını; bu tür hadislerin mahiyetiyle ilgili birçok ihtimalin ve bu ihtimallere bağlı olarak birçok problemlerin sözkonusu olabileceğini açıkça gözler önüne sermektedir. Tekrar ifade edelim ki, Kudsî Hadislerin, hadis ilmi açısından diğer hadislerden hiçbir farkı, veya ayrıcalığı yoktur. Kudsî Hadislerin hepsi de Âhâd haberlerden olup, birer isnad ile bize ulaşmış bulunmaktadır. Bu bakımdan bugün için bizim, bu hadislerin kesin olarak Hz. Peygamber'in ağzından çıktığını iddia etmemiz mümkün değildir. Çünkü ehline malum olduğu gibi Âhâd hadisler zann-ı gâlib ifade ederler. Bu ise, bu hadislerin Hz. Peygamber'in sözü olma "ihtimalinin" ağır bastığı, ancak ona ait olmama ihtimalinin sıfır olmadığı anlamına gelir. (84) Binaenaleyh bir kimse bu tür hadislerin hiçbirinin Hz. Peygamber'e ait olduğunu kabul etmediğini söylese dahi, bu sebeple dinden çıkmış olmaz. Burada bu hadislerin Hz. Peygamber'e ait oluşunu reddetmek ile; Hz. Peygamber'e ait olduğunu kabul edip reddetmek arasında fark olduğunu, ikisinin aynı şey olmadığını özellikle belirtmemiz gerekir. Bizim kastettiğimiz bunlardan birincisidir. Bir anlamda bu, Kudsî Hadislerin sübûtunu reddetmek demektir. Bu tür hadisler mütevatir olmadığı, dolayısıyla sübûtu kesin olmadığı için inkarı küfrü gerektirmez; Kudsî Hadislere bakılacak olursa, gerçekten de bunların birer Âhâd haberden ibaret oldukları, bunların da diğer Âhâd hadisler gibi Sahih, Hasen, Zayıf veya Mevzu (uydurma) olabileceği kolayca görülür. Meselâ Kudsî Hadisleri toplayan en geniş eserlerin başında gelen ve Mısır Vakıflar Bakanlığı'nca neşredilen el-Âhâdisu'l-Kudsiyye (Kudsî Hadisler) adlı esere bakılacak olursa -ki eser dörtyüz Kudsî Hadisi ihtiva etmektedir- bu hadislerin başta Kütüb-i Sitte olmak üzere çeşitli hadis kitaplarından derlendikleri görülür. Hatta bunlar içersinde zayıf ve muhtemelen uydurma olanlara bile rastlanmaktadır. (85) Öte yandan Kudsî Hadis oldukları söylenen birçok hadisin açıkça uydurma olduğunu da görmekteyiz. Örnek olarak özellikle Tasavvufî çevrelerde çok yaygın olan iki uydurma Kudsî Hadisi zikredebiliriz: Bunlardan birisi "Sen olmasaydın, sen olmasaydın ben âlemleri yaratmazdım" rivayeti, diğeri ise "Ben gizli bir hazine idim, bilinmek istedim ve insanları (veya bütün mahlukatı) yarattım" rivayetidir. Bu rivayetlerden her ikisinin de -Kudsî olduğu kabul edilmesine rağmen- mevzu (uydurma) olduğu mevzuat kitaplarında açıkça ifade edilmiş bulunmaktadır. (86) Bazılarının bu rivayetlerin mânâlarının doğru olduğunu söyleyerek onları savunması ise neticeyi hiçbir şekilde değiştirmez. Özetleyecek olursak Kudsî Hadislerin diğer hadislerden herhangi bir ayrıcalığı söz konusu değildir. Diğer hadisler gibi onlar da Hadis ilminin kriterlerine göre değerlendirilir. Yani gerek isnadı gerek metni açısından tedkik edilir, isnadının sağlamlığı, metninin de İslam'ın ruhuna, Kur'an'ın esaslarına uygunluğu sağlanırsa, o takdirde bu hadisin Sahih olduğuna hükmedilebilir. Aksi takdirde Zayıf, hatta bazen Mevzu (uydurma) hükmünü vermek zorunlu olur. Bütün bu gerçeklere rağmen bu tür Mevzu (uydurma) hadisleri "Kudsî Hadis" adı altında sunmak, hatta bu konuda ısrar etmek ise ilme sırt çevirmek anlamına gelir. Kudsî Hadislerle ilgili olarak bütün bu söylediklerimiz, konunun halâ incelenmeye muhtaç yönleri bulunduğunu göstermek içindir. Bu ise, Kudsî Hadisler'in gayr-ı metluvv vahiy ürünü olarak görülmesinin o kadar kolay olmadığını açıkça göstermektedir.


55 Bkz.: Prof. Dr. Tayyip Okiç, Bazı Hadis Meseleleri Üzerinde Tedkikler (A.Ü.İ.F. yay., XXVII, ist., 1959), s. 15. 56 el-Kasımî, Kavâ'idu't-Tahdîs (Dımeşk, 1353), s.39-40; keza bkz.: el-Kirmânî, el-Kevâkibu'd-Derârî (Şerhu Sahîhi'l-Buhârî), (Mısır, 1356 baskısının 1401'de ofset baskısı), K. 79-80. 57 el-Kasımî, a.g.e., s.40 (Ebul-Bakâ'dan naklen). 58 A.y. 59 el-Kirmânî, a.g.e., IX. 79-80. 60 el-Kirmânî, a.g.e., IX. 79. 61 A.y. 62 es-Suyûtî, el-Itkân fî Ulumi'l-Kur'ân (Mısır, 1278), I.55'ten naklen. 63 et-Tirmizî, es-Sunen. 37, Zuhd, 51, hadis no: 2383 (IV. 596). 64 el-Buharî, es-Sahih, 97. Tevhid, 15 (K. 121); Müslim, es-Sahih, 48, Zikr-Dua-Tevbe, l, hadis no: 2675 (IV. 2061); et-Tirmizi, es-Sunen, 49, Da'avat, 132, hadis no: 3603 (V. 581). 65 Abdurrazzak, el-Musannef (Beyrut, 1390/1971), III. 375, hadis no: 6017; ed-Dârîmî, es-Sunen (Neşâtâbâd-Faysalâbâd-Pakistan. 1404/1984), n.308, hadis no: 3310; 11.310, hadis no: 3318. 66 el-Hâkim en-Neysâbûrî, el-Mustedraka ale's-Sahihayn (Haydarabat, 1334-1342), I. 555. 67 Bkz.: İbn Hacer, Fethu'l-Bârî, (Beyrut, ?. M. F. Abdulbaki - Muhibbuddin el-Hatib neşri), XIII. 456 (97, et-Tevhîd, 32); el-Lâlekâi, Şerhu Usûli İ'tikâdi Ehli's-Sunne ve'l-Cemâ'a (Riyad, ? ), II.334. 68 Müslim, l, İman, 59. hadis no: 207 (I. 118). 69 A.y. hadis no: 206. 70 Ahmed b. Hanbel, el-Musned (Bulak.1313), II. 315. 71 Bu konuda bkz.: Dr. Abdullah Aydemir, Tefsirde İsrailiyyât (D.I.B. Yayını. Ank. 1979); Mahmud Ebû Reyye, Muhammedi Sünnet'in Aydınlatılması (İst. 1988), s.163-199 (İsrailliyyât); 201-211 (Mesihiyyât). 72 Müslim, 45 Birr-Sıla-Adab, 13, hadis no: 43 (IV. 1990). 73 Matta. XXVI. 34-46. 74 el-Buhâri, 78. Edeb, 12 (VIII.5). 75 Ahmed b. Hanbel, el-Musned, III. 266. 76 el-Hâkim, el-Mustedrak, IV. 161 77 Çıkış, XX, 12. 78 Tesniye, V.16; bkz.: XXII. 7; XXX.20. 79 el-Hakim. a.g.e., IV. 160 (Kitabul-Birr ve's-Sıla); bu hadisi Hasan Hüsnü Erdem, İlahi Hadisler (Dİ.B. Yay., Ank. 1963) adlı derlemede (s.34) zikretmiştir. 80 Hasan Hüsnü Erdem, a.g.e.. s.22 (ed-Deylemi’nin Musned'inden naklen). 81 Luka, VI. 38. 82 Matta, VII. 1-2. 83 Burada Kudsî hadisler ile Kitab-ı Mukaddes arasındaki ilişkiye dikkatimizi çeken Yrd. Doç. Dr. Mehmed Paçacı’ya teşekkür borçlu olduğumuzu belirtmek isteriz. 84 Bkz: es-Serahsî, el-Usûl, (Beyrut, 1393/1973), I. 333. 85 Bkz.: el-Ahadisul-Kudsiyye (Vakıflar Bakanlığı neşri. Mısır, 1405/1986), (VI. baskı), s.77. hadis no: 73; s.101. hadis no: 97; s. 168-169. hadis no: 152. 86 Bkz.: Aliyyul-Kârî, el-Esrâru'l-Marfu'a fı'1-Ahbari'l-Mavdû'a, (Beyrut, 1371/ 1971), s.273, no.: 353; s.295, no: 385; es-Sehâvî, el-Makdsıdu'1-Hasene (Mısır, 1375/1956), s.327, no: 838; ayrıca Louis Massignon, apokrif (mevzu) Kudsî Hadislerin birçoğunu sûfî şathiyyatından addetmiş ve bazılarının isnad edildiği kimselerin listesini tanzim etmiştir. Bkz.: Essai sur leş origines du lexique de la mystiaue Musulmane, Paris, 1922, s. 106-108 (Table des auteurs responsables des certaines ahadith qudsiyah celebres). (Zikreden: Prof. Dr. Tayyip Okiç, a.g.e., s. 14).Yeni sayfanın içeriği
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol